Doksanlı yılların ilk yarısıydı. Ülkenin en büyük tirajına sahip üç gazetesi olan Sabah, Milliyet ve Hürriyet Gazeteleri arasında büyük bir rekabet yaşanıyordu. Rekabet o kadar şiddetlenmişti ki okuyucuları bile kamplara ayrılmaya başlamıştı. Sabah Gazetesi okuyucuları Ansiklopedi savaşlarında Meydan Lauresse'un en değerli ansiklopedi olduğunu, diğer taraf ise Ana Britannica'nın her evde olması gerektiğini iddia ediyordu. Hayatlarında bir roman okumamış insanlar, ansiklopedilerdeki eksiklikleri tartışıyordu. Neredeyse her evde vitrini süsleyen bir ansiklopedi takımı eve girmişti. Tıp fakültesi gibi en çok okuyanların bölümünde son noktayı 'Karga' lakabı ile bilinen arkadaşımız koymuştu: 'Sabah Gazetesi okuyanlar şerefsizdir'. Ülkede ise son noktayı koyan bugün dürüstlük, ahlak içerikli yazılarıyla tanıdığımız yazar Nazlı Ilıcak'ın oğlu olmuştu. Akşam gazetesi olarak kuponla Akai marka televizyon vereceklerini ilan ettiğinde ülkede yeni bir kamplaşma oluşmuştu. Televizyonu verecek; veremez. Zaman şunu gösterdi. Herkese ahlak, dürüstlük öğreten hanım; maalesef kendi oğluna bunu öğretememişti. Kuponlar elde kaldı.

Kamplaşmaya bu kadar açık bir toplumun küçük bir örneklemini oluşturabilecek Altaylılar hafta içinde tüzük tadilat kongresi yaptı. Yakıştırmaların ve etiketlemelerin çok kolay yapıldığı bir toplumda kongre sonrasında da benzer bir süreç başladı. Altay ve Altay'ın çıkarlarından çok isimler tartışılır oldu.

Mevcut yönetimin bir üyesi olarak birçok dostumla kongre sonrasında oluşan tablo ile ilgili şaşkınlığı paylaştım. Sadece altı ay önce hazırladıkları tüzük, dernekler masasından geri gelmiş yönetim kurulu başkanı ve arkadaşları yeni tüzüğü büyük bir coşkuyla kutluyorlardı. Bir Altaylı olarak eski başkanın bu yönetimi tüm Altaylılar desteklemelidir sözünden memnun olmakla birlikte; konuşmasındaki çelişkiler bir kongre salonundan daha şaşkınlık ile ayrılmama sebep oldu. Bir önceki tüzüğü çıkaran yönetimin başı; diyordu ki; 27 Mayısta o tüzüğü çıkartanlar şimdi utanmalıdır. O günün konjonktüründe kanuna aykırı maddeleri kabul etmek zorunda kaldık.

Kongre bitiminde toplumun alışık olduğu yakıştırmalar hemen yeniden başladı. Ortadaki garip tablo açıkçası benim de kafamı karıştırmıştı. Neyse ki şu an tüm samimiyetimle ifade edebilirim ki; Altay kulübünü hatalı yönettiğine ve zarar verdiğine inandığım kişilerle asla işbirliği söz konusu değil. Başkan Niyazi Konuşmaz; bu işbirliğinin olmadığını kısa vadede atılacak adımlarla herkesin göreceğini ifade ediyor. Açıkça söyleyebilirim ki ben ve benim gibi düşünen arkadaşlarım iddia edilen bir işbirliğine kesinlikle karşıyız ve asla böyle bir işin parçası olmayacağız.

Çok sevdiğim Altay'ın İzmir'de 8 gol yediği maçlar yaşadım; birçok kez küme düşme acısını yaşadım, play-off facialarında aylarca kendime gelemediğim dönemler oldu. Ama hiçbir zaman Altay'a inancımı ve umudumu kaybetmedim. Son günlerde her kafadan çıkan iddialar maalesef beni büyük bir umutsuzluğa itiyor. Neredeyse tüm eski başkanların birbirini ağır sözlerle itham etmesi; bir araya gelirlerse Altay bugünkü halinden kurtulur mu diye umut ettiğim kişiler hakkındaki suçlamalar çok büyük bir acı veriyor. Kafam ve duygularım çok karışık. Açık tribünde, çocukları ile maça gelen ailenin yakınlarında maç izlemeyi özlüyorum. Kapalının solunda olmayı hayal ediyorum. Sadece Altay'a taraftar olmak istiyorum. Altay'a aşık olduğunu söyleyen kişilerin de isimlere değil, sadece Altay'a taraf olmalarını diliyorum.