Çocukluğumda ilk sokak deneyimlerim 12 Eylül öncesi ve sonrasına denk geliyordu. Sokakta bizden yaşça çok büyük ilkokula giden ağabeylerimiz bazen fısıldayarak gizlice şu soruyu soruyorlardı: 'Siz sağcı mısınız, solcu mu? Ecevitçi misiniz yoksa Demirelci mi?' Ailemden biri Demirel'in demirden bir eli olduğunu ve çocukları onla dövdüğünü söylemişti. Sokaktaki çoook büyük ağabeylerim ise solcuların kötü insanlar olduklarını. O yüzden soranlara Ecevitçiyim ve sağcıyım derdim. Kimseden de olumsuz bir tepki almazdım. Uzun yıllar sonra öğrendim ki; Ecevit solcu Demirel sağcıymış. Kader yaşamının son yıllarında Ecevit'i sağcı olmakla, son dönemlerde de AKP'ye karşı CHP'ye destek veren Demirel'i solcu olmakla suçlanma noktasına getirdi. Belli ki insanları, düşünceleri dar kalıplara sığdırmaya çalışmak yetersiz kalıyor.
12 Eylül darbesiyle birlikte taraf olmak çok az insanın cesaret edebileceği bir şeydi. Zaten taraf olanların çoğu da sonradan öğrendim ki hapishanelerdeymiş. Taraf olma hakkı sadece takım tutma ve tribünler için geçerliydi. İnsanlar sımsıkı takımlarına sahip çıkıyor, kimliklerini takımlarıyla ifade ediyorlardı. Siyaset neredeyse hiç konuşulmaz olmuştu. Okumayı öğrenince; büyük bir hevesle; içinde Altay haberleri olan 'Yeni Asır' gazetesini bakkaldan alıp okula gitmiştim. İlkokul öğretmenim okula gazete getirmenin yasak olduğunu söyleyince çok kızmıştım. Evde aileme durumu söylediğimde okuduğumuz gazeteden hangi taraf olduğumuz anlaşılabileceği için böyle bir yasak olmuş olabileceği söylendi. Pek anlamamıştım. Zaten herkes benim Altaylı olduğumu biliyordu. 
Ayrıca gazetede diğer takımların da haberleri vardı. Saçmaydı ama her akşam eve geldiğimde gazetenin sadece spor sayfalarını okuyarak ilkokulu tamamladım.
Ortaokulda gazetenin başka sayfalarını, diğer gazeteleri ve kitaplar okumaya başladım. Evde dinlenen Zülfü Livaneli müziğine benzeyen Ahmet Kaya'yı keşfettiğimde ise adeta benim için tutku haline geldi. İşin ilginç tarafı bu sefer de okula her türlü müzik kasedi getirilebiliyorken Ahmet Kaya kasetleri getirmek disiplin cezası alma sebebiydi. Ama artık kendi tarafımı seçebiliyordum. Yasaklara karşı, kendi tercihini yapma hakkı. Bir gün çok sevdiğim bir dostumla yabancıların haç kolyesi var bizim de böyle bir kolyemiz olmalı saptaması yapmıştık. Kemeraltında girmediğimiz dükkan kalmadı. Hepsinde bozkurtlu kolye vardı ama sadece ay-yıldızdan oluşan bir kolye yoktu. Sonradan moda olan kolyeyi bir sarrafa yalvar yakar yaptırmıştık. Walkmanimde Ahmet Kaya'yı gören sen teröristsin diyor; kolyeyi gören faşistsin diyordu. Ortaokul ve lise yılları ne olduğumuzu anlamaya gayret etmekle geçti. İnsanları ayrım yapmadan sevdiğim için kendimi solcu hissediyordum. 
Sağcı olduğunu söyleyenler hep birilerinden nefret ediyordu. Ben birilerinden nefret etmeyi sevmiyordum.
Bugünlerde Gazze'de geçmiş yıllarda da yaşanmışlıklara benzer insan dramları yaşanıyor. Nasıl ki Gezi direnişinde hayatlarını kaybetmiş çocuklar ve insanlar için içim kan ağlıyorsa; Mısır'da, Irak'ta, Suriye'de ve Gazze'de yitirilen canlar içimden bir parça koparıyor. Hepimiz tarafımızı tutarlı bir şekilde sabitlemeliyiz. Tarafımız insanların yaşama hakkının ihlal edilmeyeceği bir kardeşlik olmalı. 
Alman Başbakanı belki de 70 yıllık bir suçluluk psikolojisi ve karşıt-tepki kurma savunma mekanizması ile biz İsrail'in tarafındayız deme gafletinde bulundu. Şili büyük bir kararlılıkla İsrail'le ilişkilerini askıya aldı. Bizim basının komünist olmakla neredeyse düşman ilan ettiği Chavez'in ülkesi Venezülla İsrail konsolosunu sınır dışı etti. Ya bizim Davos'ta 'one minute' şov yapan başbakanımız? Yıllarca tuttuğu takımın başarısı için kendine düşen her türlü fedakarlığı yapmış kişiler yenilgilerle yüzleşmesini öğrenir. Ama lisede bazı arkadaşlarımız kendi takımlarının maç sonucunu pazartesi bizden öğrenip; kendini en büyük taraftar ilan eder ve Altay'ı yendikleri için hiçbir fedakarlık, hiçbir katkıda bulunmadan dalga geçmeye kalkarlardı. Başbakanının da Gazze'de taraf olması aynen onlar gibi. Hiçbir fedakarlık yapmadan, hamle yapmadan taraf olunmaz. İçi boş bir tarafgirliğin hiçbir anlamı olamaz.
Önümüzde cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Üç adaydan ikisini tanıyorum. Biri beni yüzde ellinin diğer tarafına koyarak dışlıyor, diğeri Kürt kökenli olmadığım için dışarıda bırakıyor. Ülkenin iki büyük muhalefet partisinin dayatması ile hiç tanımadığım bir adaya oy atma mecburiyeti ortaya çıkıyor. Hafta içerisinde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 'Sandıklara tıpış tıpış gidip oy atacaksınız' emrini verdi. Çocukken babam böyle dese herhalde inadına tersini yapardım. Ama mevcut durumda başka yolum yok. Ama şunu da Sayın Kılıçdaroğlu'nun bilmesi gerekir. Eğer bu dayatma sonuç vermez ve seçimi yine her zaman kaybettikleri aday Recep Tayyip Erdoğan kazanacak olursa; tıpış tıpış gidecekler kendisi ve sayın Devlet Bahçeli olmalıdır.