Bu pazar biraz tarihle haşır neşir olalım. Beni, orta birinci sınıfta üst üste iki kez sınavda dört verip çaktıran Orhan öğretmenim mutlu olsun. Anısına saygıyla...
       *         
Efendim, bugünkü tarih dersimizde ele alacağımız şahsiyetin adı Hüseyin Cahit Yalçın. 1847 doğumlu Hüseyin Cahit Yalçın (ö. 1957), her ne kadar değişik işlere girip çıktıysa da, hatta mebusluk yaptıysa da adı, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kâzım ile 1908'de birlikte kurdukları döneminin ünlü Tanin gazetesiyle özdeşleşmiştir.
        
Namık Kemal'in hem edebi hem de siyasi açıdan çok etkisinde kalan Hüseyin Cahit Yalçın'dan uzun uzadıya söz etmek elbette olası ama biz bugün onun taşı gediğine koyan nüktedan yanına değineceğiz. Amma bir küçük ayrıntıyla yine de biraz çizgi dışına çıkalım.
         
Hüseyin Cahit Yalçın, Mülkiye'de öğrencidir. Okumayı çok sevmektedir. Kitapçı Karabet Efendi'de, 17 ciltlik Larousse Ansiklopedisi'ni görür ve almak ister. Bu arada Fransızcayı öğrenmiştir. Para verme yerine Kitapçı Karabet Efendiyle bir anlaşma yapar ve anlaşma gereği ona 3500 sayfalık Avrupa'dan getirtilmiş polisiye romanı çevirir. Peki, Kitapçı Karabet Efendi bu parasız alışverişe niye yanaşmıştır? Bu çevirileri fena halde polis romanı meraklısı Padişah Abdülhamit'e yaldızlı ciltler halinde sunmaktadır da ondan!
           
Evet, şimdi gelelim İstanbul'u işgal eden İngilizler tarafından Malta'ya sürgüne gönderilen, dönüşünde, "parti şefliğiyle cumhurbaşkanlığının birleştirilmemesi gerektiğini" savunduğu için iki kez sanık olarak İstiklal Mahkemesi'ne çıkan, adı İzmir suikastine karıştırılan ama suçsuz olduğu anlaşılan Hüseyin Cahit Yalçın'ın nüktedan yanına birkaç örnek sıralayalım:

Gazetecinin sesi

Alman İmparatoru II. Wilhelm, Sultan Reşad'ı ziyarete geldiğinde Beşiktaş Sarayı'nda büyük bir kabul resmi verilir. İmparator, burada Hüseyin Cahit'e sorar:
-Tanin'i niye bıraktınız?
Hüseyin Cahit yanıtlar:
-Toplar gürlerken, gazeteciler susar.
Aradan bir zaman geçer. Hüseyin Cahit, kaleme aldığı bir makalesinde, "ne yazık ki, bu görüşünün pek de doğru olmadığını" yazar. Yazıyı okuyanlardan biri, üstada, düşüncesini niye değiştirdiğini sorduğunda şu yanıtı alır:
-Çünkü, toplar gürlemediği zaman da gazetecilerin susturulduğunu gördüm!

Gazeteciliğin içyüzü

Hüseyin Cahit'in gazetecilikte çok eleştirdiği noktalardan biri, gazetelerin esen rüzgâra göre yazı yayımlamalarıdır. Yedigün dergisinde yayımlanan,"Gazeteciliğin İçyüzü" adlı yazı dizisinde bu konu üzerinde özellikle durur ve 5 Mart 1815 tarihli Fransız gazetelerinden çarpıcı örnekler aktarır.
              
5 Mart 1815'te, bütün gazetelerin "Zalim", "Yağmacı, çapulcu", "Yırtıcı Kaplan" diye saldırdıkları Napolyon, Elbe Adası'ndan kaçmış, yeniden Paris'e yürümektedir.

Hüseyin Cahit, yazısında şöyle değerlendirme yapar:
"Fransız matbuatı görülecek bir halde idi. Napoleon, bir kartal gibi uçarak Paris'e yaklaştıkça, gazeteciler de bellerini iki kat bükerek yerlerde sürünmeye başlıyorlardı.     
Gazetelerin şu lisanına bakınız:
İlk günlerde: "Bonaparte, Juan Körfezi'ne çıkmıştır."
Biraz sonra: "Grenoble şehri "general" Bonaparte'a kapılarını açmıştır."
Daha sonra: "Napoleon Lyon'a girdi."
En nihayet: "Haşmetli İmparator Hazretleri, Tuileries Sarayı'na inmişlerdir..."

İki bin lira

Hüseyin Cahit Yalçın, İstiklal Mahkemesi'ndeki yargılanması sırasında yargıç karşısındadır. Yargıç Topçu İhsan, Hüseyin Cahit'e sorar:
- Tanin gazetesini kaç lira sermaye ile çıkardınız?
- İki bin...
- Nereden buldunuz iki bin lirayı?
Hüseyin Yalçın, gülümseyerek yanıtını yapıştırır:
-Sizden bile istesem verirdiniz!..

Yazarlar nasıl yetişir?

Hüseyin Cahit, bir yazısında, "Bizde yazar çıkmıyor, diye feryat ediyoruz" dedikten sonra şu hikâyeyi anlatır:
                
İngiltere'de Charles Stuart dönemi, kral-parlamento çekişmesiyle çok ünlüdür. Çekişme yalnız kralla parlamento arasında kalmamış, halk ve yazarlar da kendilerine bir taraf seçmişlerdir.
                 
Kralı eleştiren, hicvedenlerden biri de William Prynene adında Puritan mezhebine mensup bir yazardır. William Prynene'nin, hicvetmelerinden dolayı başına neler gelmiş, Hüseyin Cahit'ten öğrenelim:
                  
"Parlamentoyu kapatarak memleketi mutlak bir baskı yönetimine sokan Kral, kendine yöneltilen hicviye ve eleştirileri hiç affetmiyordu. Bu arada, W. Prynene, 1632 yılında tiyatro aleyhine bir hicviye yazıyor. O günlerde de, kraliçe, çevresindeki kadınlarla tiyatro provası yapmaktadır. Haliyle yazarın bu hicviyesi hemen kral aleyhine yorumlanır ve W. Prynene mahkemeye çıkartılır. Mahkeme doğallıkla yazarın aleyhine sonuçlanır. Beş bin lira para cezası ödeyecek ve kulakları kesilecektir!
                    
Yazardan beş bin lirayı alabildiler mi bilmem ama zavallının kulakları meydandaydı, onları vermemesine imkân yoktu. Cellat geldi ve yazarın kulaklarını kesti!
                    
William Prynene yine boş durmadı. Bir süre sonra başpiskopos aleyhine bir yayında bulundu. Yine mahkemeye çıkarıldı. Sonuçta, kulaklarının bakiyesi testereyle dibinden kesildi. Bu kadarla da kalınmadı, kızdırılmış demirle yanaklarına S.L. harflerini bastılar. Bunlar, iflah olmaz hicviyeci anlamına gelen Seditious Libeller kelimelerinin ilk harfleriydi.
                     
Yazarlar, işte böyle gelenekler içinde yuvarlanarak, yüzyıllar boyu hazırlanarak yetişir. Kulaklarını değil, tırnaklarını bile biraz derinden kestirmeye razı olmayacakların bu alanda işleri ne?"
                       
Neden mi Hüseyin Cahit'ten hareketle bunları kaleme aldım.
Bugün 25 Mart.       
25 Mart 1972, CHP'nin; Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında verilen, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından onaylanan idam kararlarının iptali için Anayasa Mahkemesi'ne başvurduğu tarihtir.
Denizler, Yusuflar, Hüseyinler kolay yetişmiyor!