İzmir'in bir ilçesinden dünyaya model olacak bir kooperatifçilik başarısı yakalayan Tire Süt Kooperatifi Başkanı Mahmut Eskiyörük, Türkiye'nin tarım ve hayvancılığı geliştirmesinin anahtarının kooperatifçilik olduğuna inanıyor. Kooperatifçiliğin ortadan kalkması halinde üreticinin birçok sorunla baş başa kalacağını belirten Eskiyörük, 'Kalıcı toplumsal barış ve ekonomik kalkınma kooperatifçilik ile mümkün' diyor

Tire'de süt üreticilerinin kooperatifi yerel kalkınma modeli ile Türkiye'ye, hatta dünyaya örnek olmayı başardı. Bu başarı hikayesini Tire Süt Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Mahmut Eskiyörük ile konuştuk.
 
*Tire Süt Kooperatifi son yıllarda büyük başarılara imza attı. Bu başarının sırrı nedir?

Tire'de on yıl önce seksen ton süt üretiliyordu, Tire Süt Kooperatifinin varlığıyla şu anda 450- 500 ton süt üretilir hale geldi. Bunun nedeni, hiçbir zaman amacımızdan sapmamış olmamız. Peki bu amaç nedir? Amacımız, üreticinin kazancını artırarak, üretiminin sürdürülebilirliğini sağlamak. Dünyada, tarım ve hayvancılığın bütün faaliyetleri kooperatifler kanalıyla sürdürülüyor. En kapitalist ülkeler bile kalkınmanın yolu olarak kooperatifçiliği benimsemişler ve önemsemişler. Türkiye'de ise kooperatifler neredeyse yok denecek kadar az. Çünkü, kooperatifçilik, üreticilerin sırtından para kazanıp haksız kazanç sağlayan kişiler tarafından hep kötü gösterildi ve üreticiler korkutuldu. Üretici, tarlaya hapsedildi ve onların ne siyaset ne de ticaret yapmasına izin verilmedi. Türkiye'de kooperatifçiliğe karşı, dünyanın hiçbir yerinde olmayan birlikler kuruldu. Oysa dünyada sadece ıslahla ilgili birlikler faaliyet gösterir. Türkiye'de ise kooperatifler varken süt birlikleri de damızlık birlikleri de süt toplama işine girdi. Ben yıllardır, örgütlerin görev tanımları doğrultusunda işlerini yapması gerektiğini savunuyorum. Hatta süt üreticileri birliğinin gerekliliğine bile inanmıyorum. Dünyada, sütün toplanması, satılması, işlenmesi, üreticinin düşük maliyetle üretim yapmasına yönelik hizmetlerin hepsi kooperatifler aracılığıyla yapılıyor. Ben, 35 yıllık çiftçiyim ve hayvancılık sektörünü bugünkü bakanlık kadar destekleyen başka bir bakanlık görmedim. Bunca kaynağa rağmen, gelinen nokta ise utanç verici.

Şirket tarımcılığından vazgeçilmeli

Türkiye olarak hala canlı hayvan ithalatı yapıyoruz. Demek ki; gidilen yol yanlış. Ben, 'Dünya bu işleri nasıl yapıyorsa biz de öyle yapalım' diyorum. Kooperatifçiliğin olmadığı yerde sömürü, yoksulluk ve açlık var. İnsanlar yoksulluk sonucunda hem üretemez hale gelirler hem de kırsaldan kente göç etmek zorunda kalırlar. Böylece kentteki yaşam da sıkıntıya girer. Tire Süt Kooperatifi modeliyle Tire'de Türkiye'nin on yıldaki süt artışının 6 katı artış sağladıysak demek ki doğru yoldayız. 14 yıl önce başkanlığa geldiğimde 150 lt. sütü olan ortağım, şu anda 3 buçuk ton süt üretiyor. Ben de bu yüzden şirket tarımcılığı sevdasından vazgeçilmesi gerektiğini söylüyorum. Tekelleşme insanlık dışı ve vahşi bir düşünce. Bugün tarım kesinlikle el değiştirmemeli. Elimizdeki kaynakları, tarım ile ilgisi olmayan kişiler için kullanacağımıza, mevcut işletmeleri iyileştirmek ve büyütmek için kullanalım. 2 yıl önce verilen sıfır faizli krediler bu şekilde kullanılsaydı, 6,3 kat trilyon parayla bugün Türkiye, ithalat yapan değil ihracat yapan bir ülke olurdu.

Resmi Gazete'de çiğ süt tedarik yönetmeliği var. Bu yönetmelik ile Türkiye'de kooperatifçilik gelişemez. Çünkü yönetmelikte kooperatifçiliğin gelişmesini sağlayacak hiçbir madde yok. Örneğin, yönetmelikte üretici örgütlerle, üretici eş değer görülüyor ve deniliyor ki; sanayiciler, üretici ve üretici örgütleri ile sözleşme yapabilir. Eğer bir sanayici, üretici ile sözleşme yapabiliyorsa ve üretici, direkt ya da örgüt aracılığı ile satması farketmeksizin aynı desteği alıyorsa, insanlar örgütlenme gereği duymazlar. Bu çalışma yapılırken Ankara'da ben de bulundum ve üretici kelimesinin kaldırılması istedim. Ancak beni istediğim gibi olamadı. Şayet yönetmelikte, 'Alıcılar ancak kooperatifler ile sözleşme yapabilirler ve bu şekilde yapılan sözleşmeler destekleme kapsamına alınır' denseydi, o zaman Türkiye'de kooperatifçilik çığ gibi büyürdü.

*Tire Süt kalitesini tesciller nitelikte Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) ile Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından ödüle layık görüldü. Bu konuda kısa bir değerlendirme alabilir miyim?

Kooperatifimiz 1967'de 5 üreticiyle kurulmuş ve günümüzde 2.000 süt üreticisinin birlikteliğiyle örnek bir kırsal kalkınma modeli haline gelmiş bir kuruluş. Kaynakları doğru kullanarak, etkin projeler hazırlayıp son 14 yılda büyük bir ivme yakaladık. Ortak sayımızı % 400 artırdık. Öz varlığımızı da 36 kat büyüttük. Bir yandan ortaklarımızın düşük maliyetli ve kaliteli üretim yapmasını sağlarken diğer yandan da ürünlerini işleyerek doğrudan tüketiciye ulaştırdık. Bu çalışmaların sonucunda başarımız fark edildi. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızdan aldığımız Güvenilir Gıda Üretimi Ödülümüz ve FAO'dan aldığımız Üreticiyi Sosyal Koruma Ödülü bugüne kadar yaptıklarımızın doğru olduğunu bir kez daha kanıtlamış oldu.


Çiftçi örgütlerinin yöneticileri çiftçi değil!

Kooperatifçiliğin gelişimi için nasıl bir yol, yöntem izlenmeli?

Örgüt sayısı fazla olduğu için örgüt lideri de fazla. Sayı fazla olduğu için etkinlikler de az. Ayrıca, bu liderlerin çoğunun tarımla ilgisi yok. Ziraat mühendisi ya da akademisyen olmakla çiftçi olmak farklı bir şey. Açıkçası, çiftçi örgütlerinin yöneticileri çiftçi değil! Benim çocukluğumdan bu yana çiftçi örgütleri, siyasetin arka bahçesi olarak kullanıldı ve hâlâ kullanılmaya devam ediyor. Oysa bu örgütler, her türlü düşünceye sahip insanların, ortak menfaatler doğrultusunda bir araya geldikleri yapılar olmalı. Orada siyaset olmamalı, olduğu takdirde amacını aşar ve hayatını sürdüremez. Bizim Tire Süt Kooperatifi olarak bu denli büyümemizin en önemli nedenlerinden birisi, işimize siyaset karıştırmayışımız. Devlet öncelikle kooperatifleşmeden korkmamalı. Desteklemeler kesinlikle bireylere yapılmamalı, direkt olarak çiftçi desteklenmemeli. Önce çiftçi örgütleri güçlendirilmeli, çiftçileri o örgütler güçlendirmeli. Çiftçi örgütleri denetlenmeli, çiftçiyi de o örgütler denetlemeli. Böyle bir mekanizma oluşturulmalı. Şu anda devletin verdiği hibelerle haksızlık yapıldığınız düşünüyorum. Çünkü devlet yüzde 50 hibeyle makine veriyor, yüz kişinin içinden 5 kişi bundan faydalanabiliyor. Ayrıca hibeyle verilen makineden sadece hibeyi hak eden kişi faydalanabiliyor. Oysa, bizim kooperatif olarak aldığımız makinelerimizin hepsi şu anda ovada çalışıyor. Sırasıyla bütün ortaklarımızın otunu biçiyoruz, paketliyoruz, ekimini yapıyoruz. Bir tek mibzerle yüzlerce ortağımızın mısırını ekiyoruz. Bu yüzden ben devlete 'Kooperatif olarak sen bizi destekle, üreticiyi ben destekleyeyim' diyorum. Bu sistem üzerinden çalışılırsa, Türkiye'nin her ilçesinde bir Tire Süt Kooperatifi oluşturulabilir. Ancak bu sistem kurulmadan, bugünkü sistem içinde devam ederek, kooperatifçiliğin gelişmesi mümkün değil. Bugün doğu ve güneydoğuda yüzlerce kooperatif kapanırken, İzmir'dekiler büyüyerek yoluna devam ediyorsa, bu bizim becerimizin yanında, İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin bu kooperatifleri, ürün alarak desteklemesi sayesindedir. İzmir Büyükşehir Belediyesi, çiçeğini Hollanda'dan getirebilirdi. Ama Ödemiş'ten, Bayındır'dan aldığı çiçekler sayesinde bugün bu ilçelerde çiçekçilik sektör haline geldi. Sonuçta, bütün belediyeler bunu yapsa, Türkiye'de hiçbir sorun kalmayacak.


Devlet destekleri doğruca bankaya gidiyor

*Üreticiler birçok sorunla uğraşıyor. Özellikle ekonomik sıkıntılar tüketicilerin yakasını bırakmıyor. Üreticinin borç kıskacından kurtulması için ne yapılması gerekiyor?

Son zamanlarda ben bir çiftçi olarak, 'Bana para verme, para kazandır' diye haykırıyorum. Çiftçiye para vermek, cebine para doldurmak, onu desteklemek değildir; çiftçiye para kazandıracak yapıyı oluşturarak para kazanmasını sağlamak gerekir. Bu ülkede çiftçinin para kazanması için toprak, iklim ve su gibi her şeye sahibiz. Ancak sorunumuz çiftçinin ne ekeceğini bilmemesi... Bahar geldi ve şu anda çiftçi rastgele üretim yapıyor ve bunlardan bazıları para kazanacak, bazıları da kazanmayacak. Kimin kazanıp, kimin kazanmayacağını bilmiyoruz. Oysa böyle olmamalı, çiftçi ne ekeceğini ve ne kazanacağını bilmeli. Bu ise planlamayla olur. Planlama yapmadan fiyat istikrarı sağlanmaz. Bugün için et ve süt fiyatları tatmin edici, çiftçi para kazanıyor. Ancak çiftçinin cebinde para yok. Çünkü çiftçi bankalara borçlu. Kriz dönemlerinde çiftçi zarar ettiğinde, yaşamını sürdürebilmek için gidip özel bankalardan kredi aldı ve üretimini bu şekilde sürdürdü. Kazandığı dönemde ise bu borcu ödediği için para direkt bankalara gidiyor. Dolayısıyla devletin destekleme amacıyla verdiği paralarda doğruca bankaya gidiyor. Şu anda Türk çiftçisi bankalara bağımlı. Onları bu durumdan kurtarabilmek içinse fiyat istikranın sağlanması gerekiyor. Fiyat istikrarının sağlanması içinse üretimi planlamak ve buna bağlı olarak kayıt dışı üretimi önlemek gerekiyor. Bunu başarmanın tek yolu ise kooperatifleşme.


Son yıllarda ülkemizde şirket tarımcılığını destekleyen politikalara ağırlık veriliyor. Sizce, şirket tarımcılığı desteklenirken, aile işletmeleri varlıklarını koruyabilir mi?

Bir taraftan şirket tarımcılığının önünü açarken, diğer taraftan aile işletmeciliğinden bahsetmek mümkün değildir, ikisi bir arada olmaz. Siz ikisini de destekliyorum derseniz büyükler, küçüklere yaşama şansı tanımazlar. Bu yüzden küçükler korunmalı, korunmazlarsa yaşamaları mümkün değil. Korumayı sağlayacak mekanizma ise kooperatifleşmedir. Biz yıllardır, 'Tarım önemlidir ve Türkiye'nin en büyük kalkınma modeli ve geleceğidir' diyoruz. Ancak, ne yazık ki Türkiye'de hâla bir tarım politikası oluşturulmadı. Şu anda tarım kesimi maalesef hiç ciddiye alınmıyor. Seçimler yaklaşıyor ve baktığımızda çiftçiyi temsil edecek bir kişi bile yok. Ziraat mühendisi ya da akademisyen olabilir ancak çiftçi olmak farklı bir şey. Kitap okuyarak avukat olunabilir fakat çiftçi olunamaz. Çünkü tarımı yaşamadan, tarımın sorunlarını bilemezsiniz ve çözüm üretemezsiniz. Bunca zamandır bu kooperatifin başkanlığını yapıyorsam ve başarılı olduysak, bu çiftçilikten geldiğim için. Tarlada çalışıp inek sağmasaydım, o çileleri çekmeseydim ben de burada bu başarıyı sağlayamazdım. Bu kadar büyük nüfusa sahip bu tarım kesimi sadece seçimden seçime çok seviliyor. Bütün adaylar onların iyi niyetinden yararlanarak, oy alabilmek için onlara ilgi gösteriyor. Ancak, seçimden sonra maalesef çiftçi yine yalnız bırakılıyor. Türkiye'de çiftçiler gerçekten çok yalnız ve mağdur durumda. Bu bütün Türkiye'nin sorunu.


Hayvan ithalatının alt zemini oluşturuluyor

Hayvancılıkta yeni bir kriz bekliyor musunuz?

Evet, üretimimiz artıyor ve ben tekrar bir krizin doğmasından korkuyorum. Tabii ki sektörün gelişmesi ve büyümesi çok güzel. Ancak siz hem iç piyasada bu ürünü tüketemez hem de ihraç edemezseniz üretimi arttırmak tehlikelidir. 2009'da Türkiye bunu yaşadı. 2008 yılında verilen destekler sonucu üretim arttı, ancak tüketim artmadı. Bu yüzden binlerce süt ineğimiz kesildi ve kesilen hayvanların açığını kapatmak için 3 milyar dolarlık canlı hayvan ithal ederek dışa bağımlı hale geldik. Şu anda sütte bolluk var ve sanayici fiyatı düşürmek istiyor ama düşüremiyor. Çünkü üzerinde baskı var. Ben bu durumun bir gün patlayacağını ve yine ineklerimizin kesileceğini üzülerek düşünüyorum. Çünkü Türkiye'de önüne geçilemeyen bir ithalat lobisi var. Ve bu lobi o kadar güçlü ve etkin ki, istedikleri ortamı çok rahat yaratıyorlar. Şu anda yapılanlarla hayvan ithalatının alt zemini oluşturuluyor. Üretici olarak 'istemiyorum' dememe rağmen fiyatlar artıyor. Bunun nedeni ithalata haklılık kazandırmak. Dünyada üretim fazlası olan ülkeler, hayvanlarını pazarlayacak ülke arıyorlar ve bence en kolay ülke olarak da Türkiye'yi görüyorlar. Böylece ellerindeki üretim fazlasını eritiyorlar. Bunu sonucunda bu ülkeler ve aracı şirketler çok büyük paralar kazanıyorlar. Ama bunun bedelini sadece üretici değil tüm Türkiye ödüyor.