Evvel zaman içinde, askerin biri, birliğini kaybetmiş. Bilmediği yollardan giderek sığınacağı bir köy aramaya koyulmuş ve sonunda, aç ve yorgun, bir köye ulaşmayı başarmış.
Asker, karşısına çıkan ilk evin kapısını çalmış ve kapı aralığından başını uzatan yaşlı kadından biraz yiyecek istemiş... Yaşlı kadın, 'Halimi görüyorsun, benim yiyeceğim yok ki sana vereyim!' demiş ve kapıyı askerin yüzüne kapatmış.

Asker, çaresizlik içinde ulaştığı ikinci evin kapısını açan yaşlı kadından da, 'Ben günlerdir ekmek yüzü görmedim. Senin rızkını Allah versin!' cevabını almış...
Üçüncü evin kapısını bir çocuk açmış ve askerin yakaran sözlerini dinledikten sonra annesine, 'Kapıda bir asker amca var, bizden boş bir kazan istiyor!' diye seslenmiş... Anne de oğluna, 'Bahçede kuyunun yanında duran boş kazanı al, sen de askerle beraber git, işi bitince kazanı geri getirin' tembihatında bulunmuş...
Asker ve çocuk, kazanı kulplarından tutarak dere kenarına taşımışlar, çalı çırpı toplayarak yaktıkları ateşin üstüne koca kazanı oturtmuşlar... Asker, matarası ile dereden taşıdığı suyu doldurduktan sonra kazanın dibine yedi tane taş yerleştirmiş, kendisini hayretle seyreden çocuğa da, 'Taş çorbası yapıyorum, keşke biraz tuzumuz olsa!' dileğini açıklamış... Çocuk da koşarak evine gitmiş ve annesine, 'Anne, anne! Asker amca 'Taş çorbası' yapıyor, biraz tuz versene!' demiş...
Köyde taş çorbasının yapıldığını duyan genç ve ihtiyar herkes merakla dere boyuna koşuşmuş ve elindeki kuru bir dal parçası ile kaynayan suyu karıştıran askeri seyre dalmışlar...
Sonra, hepsinin aklı başına gelmiş ve fakir de olsalar köşe bucakta unutulmuş biraz bulgur, birkaç parça kuru ekmek, üç dört baş kuru soğan, patates, pancar ve mısırı evlerinden getirerek kazana atmışlar...
Çorba, pişip kıvama geldikten sonra, bizim asker, kazanın etrafında bekleşen köylülere, 'Sağ olasınız! Çorbamız pişti! Ben bu çorbayı tek başıma yiyip bitiremem. Haydi buyurun!  Kaşıklarınızı alıp gelin de beraberce kaşıklayalım!' demiş...

O günden beri, o köyün insanları, böylesine tadı güzel çorba içmediklerini birbirlerine yıllarca anlatıp durmuşlar...

***

Bu taş çorbası öyküsü Koç Grubu'ndan emekli muhterem Can Kıraç ağabeyimizin anlattığı bir öykü. Tabii ki artık bugünkü Türkiye ile alakası yok.
Artık iki Türkiye var.  Ülkeyi, egemenliği ve tüm varlıklarını üzerinde toplayan bir kişi ve müritleri ile bu ülkenin uçurumdan aşağı yuvarlanmak üzere olduğundan endişelenen kalan kısmı. 
O köy sofrası bugün olsa, başbakan iki dakikada orayı dağıtır, sofranın etrafında, çorbanın başında oturanların yarısını, sen Pennsylvania paralelisin, sen affedersin Ermeni'sin, kusura bakma sen Gürcü'sün, sen Kürt'sün, sen CHP'lisin sen MHP'lisin der, kovardı. 

Cumhurbaşkanlığı seçimi durumu daha da kötüleştirecek, kamplaştıracak. Artık aynı sofrayı paylaşmıyoruz, taş çorbası yapamıyoruz.
Bu ülke, birlikte yaşama, paylaşma, başarma ve sevinme duygusunu kaybetti. Hayırlı olmayacak.