Geçtiğimiz hafta sonu, hayatımızda bir parantez açtık. Bu cümleyi kendi adımıza kuralım. Eşim çok da uzun olmayan bir süre önce acil, önemli ve sağlığında önemli olumsuzluklara neden olabilecek bir ameliyat geçirdi. Zor ve moralsiz günlerden sonra, gerçekten az hasarla atlattığımız olayın ardından sabırla tedaviye devam ettik. Tüm bu olumsuzluklar içinde birkaç ay önce kulübüm Ege Innerwheel'in düzenlediği kültür gezisi gelmiş çatmış. Hatay, Antakya, İskenderun...

***

O zaman ikimiz de iki nedenden dolayı gitmeyi çok arzu etmiştik. Kırk beş yıldır tatil ikimiz için de sadece bir kelimeydi. Uluslararası toplantılarla dünyayı belki iki defa döndük, Türkiye içinde birçok şehir ve bölgede bulunduk. Fakat hepsi bilimsel kongreler, konferanslar içindi. Ben çalışırken izinlerimi hep bu kongrelere göre ayarlardım. Eşim de o kadar işiyle evli idi ki... Şaka bir yana uzun nöbetler 3 gün, beş gün, bir hafta, hastalar, ameliyatlar. Eve geldiğinde önce bir steril olayım der, tam temizlenir, gelen bir telefonla tekrar hastaneye koştururdu; kızım, oğlum seslenirken ardından. Yapacak bir şey yoktu, yaşam şeklimiz. Sohbet edebildiğimiz, eve ve çocuklara dair konuşabildiğimiz onun kongreleri, benim tatil izinlerimdi. Ama hepimiz hayatın önümüze koyduklarını yaşıyoruz. İkinci neden Antakya'yı hiç görmemiş olmamızdı. Yörenin tarihi, zenginlikleri, mutfağı da cabası. Çok şükür eşimin iyiliğe gidişi, doktorlarının ve fizyoterapistlerinin onayı ile verdiği karar, gerçek tatile gidiş yönünde oldu.

***

Ege ve Konak Innerwheel kulüplerinin ortak düzenledikleri Hatay gezisi öncelikle gerçekten dostlukların pekiştirildiği bir zaman oldu, ikramiyesi de yediğimiz, içtiğimiz, gezdiğimiz, gördüğümüz bu ara öğün niyetine tükettiğimiz künefeler oldu. Bunların yanı sıra anlattıklarına doyamadığımız rehberimiz Burçak Altunay, Hatay'ın tarihinden yaşanmışlıklar.

Hatay'ın Fransız işgalinden sonra, bir toplantıda İtalyanların burası hakkındaki emellerini söyleyen İtalyan komutanın sözleri üzerine, Atatürk odadan çıkıp üniformasını ve çizmesinin tekini giyerek, diğeri elinde dönmüş. Komutana "Siz bir çizmede yaşıyorsunuz, diğer tekini de giydirtirseniz, gelir alırım altınızdan" diyerek İtalyan komutanı susturtmuş. Hatay kısa bir süre bağımsız kalıp (2 Eylül 1938-1939) cumhurbaşkanı Murat Sökmen, başbakan Abdurrahman Melek ve halkın kararıyla 23 Temmuz 1939'da  Türkiye'ye iltihak ettiklerini, bunun dünyada bir örneğinin olmadığını, Atatürk'ün Adana ziyareti sırasında Antakyalıların ona koşuşunu, Şenköylü 13 yaşındaki Ayşe Fıtnat'ın elindeki zeytin dalını sallayarak Atatürk ile konuşması sonucu, yörede ilk kadın öğretmen oluşunu, mitolojik öykülerden Hazreti Hızır ile Musa peygamberin yolculukları, Musa peygamberin unuttuğu asası için geri döndüğü, asanın çınara dönüştüğü Hıdırlık köyünü, muhteşem Samandağ sahilini, St. Pier Kilisesi, şu an için dünyanın en büyük mozaik müzesini, Titus tünellerini, St. Simon Manastırı'nı, Habib-i Neccar Camii'ni bizlere gezdirerek detaylarıyla anlattı.

***

Hatay'da cumhuriyete ve Atatürk'e düşkün modern insanlar görmek bizi mutlu etti. Beyzade Konağı'nda yöresel yemekleri tadarken, hava almak için dışarı çıktığımızda nereli olduğumuzu soran çocuklar, İzmirli olduğumuzu öğrendikten sonra "İzmir'in dağlarında çiçekler açar." diye başlayıp sonuna kadar gümbür gümdür İzmir Marşı'nı söyledikleri bir yer burası. 5403 kilometrekare Hatay'ın hiç göç almadığını, hemen hemen herkesin kendi evinde oturduğunu, tarlasında çalıştığını öğrendik.  Türkiye'nin en çok narenciye üretiminin yapıldığı, maydanoz ihtiyacının karşılandığı, arazisini ranta değil tarıma bağlı tutan bir yer. Biz de arı gibi çalıştık, pardon dolaştık. 3 gün 3 gece yorgunluğumuz büyük oldu ama, keyfimiz ve mutluluğumuz da bir o kadar arttı. Bu tatil bize çok iyi geldi, Hıdırlı köyünde içtiğimiz hayat suyundan mı ne?