Son aylarda FETÖ ve Reza Zarrab Davası nedeniyle gerilen ve Zeytin Dalı Operasyonu ile kopma noktasına gelen Türkiye-ABD ilişkilerini rayına oturtabilmek için ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson geçtiğimiz günlerde Türkiye'yi ziyaret etti.
Tillerson'un Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmelerinde birçok konuya değinildi. ABD'nin Suriye politikasındaki temel aracının PYD gibi bir terör örgütü olduğunun herkesçe bilindiği bir süreçte, Tillerson geleneksel ABD yaklaşımını bir kez daha sergiledi. PYD'ye desteği kesmeye yönelik hiçbir somut vaatte bulunmadı. Hatta "Münbiç'e başka herhangi bir gücün (yani Türkiye'nin) girmesini en azından istemiyoruz" diyerek, Zeytin Dalı Operasyonu'nun sınırlarının genişlememesi düşüncesinden üstü kapalı bir biçimde bahsetmiş oldu. Tillerson ayrıca "Suriye ile ilgili hedeflerimiz kesinlikle örtüşüyor. Bundan sonra birlikte hareket edeceğiz. İlerleyeceğiz ve bu çerçevede DEAŞ'a karşı başarılı olacağız" dedi. Ancak DEAŞ'e karşı ittifak sözlerini, bölgede etkin bir diğer terör örgütü olan PYD konusunda tekrarlamadı...
Kısacası Tillerson görüşmesi, ABD'nin PYD politikasında bir değişim olmayacağının diplomatik bir sinyali oldu. Üstelik Tillerson, Münbiç'te kararlılık vurgusu ile Türkiye'ye aba altından sopa göstermeye çalıştı.
Tillerson'un sıfır taahhütlü bu ziyareti Türkiye açısından ne sonuçlar doğurabilir? Çavuşoğlu'nun "ilişkileri normalleştirme konusunda anlaşmaya vardık" sözleri ne anlama geliyor? PYD/PKK konusunda kararlılıktan vazgeçmek, ABD tarafından ABD ile iyi ilişkiler kurmanın bir önkoşulu olarak mı ilan edildi?
Bu soruların cevapları ve sözkonusu cevaplar üzerinden şekillenecek yeni Türk dış politikası sadece Türk iç siyaseti açısından değil, tüm Ortadoğu açısından kritik önemde olacak.