Sözün özü; Türkiye de, iktidardaki ve muhalefetteki siyasetçisiyle, askeriyle, basınıyla, geniş halk kesimiyle herkes SSCB tehlikesine karşı batı blokunda yer almaktan memnundur. Dahası Truman doktriniyle kendini Rus tehlikesine karşı güvencede duyumsamaktadır. Oltanın iğnesi işte bu sıralarda ülkenin midesine doğru inmeye başlar. Sovyet tehdidi gerekçesiyle 600 bin asker silah altındadır. Dolayısıyla ekonomide bir bozulma söz konusudur. Bunu karşılamak için yardım vaatleri sıralanır. Gerçi Yunanistan ve Türkiye'ye yardım için 400 milyon dolar ayrılmıştır, gerçi bunun dörtte üçünden fazlası Yunanistan'a aktarılacaktır ama ne gam!
Nakdi yardımın dışında tarım, taşıt, maden malzemesi ile tesisat dallarında da yardım söz konusudur. Yine söz konusu bu yardım düzeneğinin işlemesi için ABD, Yunanistan ile olduğu gibi Türkiye ile de bir anlaşma bağıtlar. Anlaşma gereği Türkiye, yardımları amacına uygun biçimde kullanacak, parasını istikrarlı, bütçesini dengeli tutacak, iç ve dış ticarette  rekabeti engelleyici önlemler almayacak, müdahaleci davranmayacak, piyasa mekanizmalarının işlemesini kolaylaştıracaktır.
Ve, "Türkiye hükümeti, bu yardımın amacı, kaynağı, mahiyeti, genişliği, miktarı ve ilerleyişi hakkında Türkiye'de tam ve devamlı yayın yapacaktır." (Madde 3, fıkra 2)
Yani?
Yanisi şu: Türk hükümeti, kendi yurttaşlarına Amerikan'ın propagandasını yapma görevini üstelenecektir. Hükümet bu görevi seve seve üstlenir. İş yardımın propagandasını yapmakla kalsa yine de iyi. Kalmaz. Propaganda, ithâl mallarının reklamlarına da yansır. Reklam metinlerinde verilen imaj şudur: Radyodan traktöre, araba lastiğinden röntgen cihazına, dudak boyasından çocuk mamasına kadar her şeyin en iyisi "Amerikan malı" olanıdır. Bu imaj Türk tüketicisine kısa sürede yerleşir!
TV kanallarında Osmanlıyı anlatan, "Diriliş" dizilerinden geçilmiyor. Bu diziler karşısında ağızlarının suyu aka aka, "Ey Amerika!" diye kurusıkı nara atanların görmeleri için gelin de Bağımsızlık Savaşı sonucu kurulmuş genç Cumhuriyet'in nasıl peş keş çekildiğinin dizilerini yapın!
İşte, Türkiye'deki tüm devrimci kalelerin birbiri ardı sıra düşürülmesi de böylelikle başlar.

O düşen kalelerden birisi; insanımızı eğiten, beceriyle donatan, özgüven duymasını sağlayan çağdaş eğitim kurumları köy enstitülerinin kapatılmasıdır.
O enstitüler kapatılmayıp çağın gereklerine uygun donatılsalardı bugünkü geri kalmışlığımızı konuşur olur muyduk? Olmazdık.
Her türlü baskı ve zulme; ölümüne göğüs geren şairlerimiz, yazarlarımız, müzisyenlerimiz, aktör ve aktristlerimiz, ressamlarımız sayıca daha çok olurdu ve sanatlarıyla dünya çapında ün yaparlardı. Geri kalmışlığımızı sağlama misyonunu üstlenmişlerin bugünkü son halkası da, durduk yerde, gözbebeğimiz, Boğaziçi Üniversitemiz ile ilgili ileri geri konuşma cesaretini kendisinde asla bulamazdı. Bulamamanın ötesinde mevki makam sahibi de olamazdı! Bu kıskaç içerisinde; dört pazar kendilerinden söz ettiğim şairlerimizden hareketle tüm sanat insanlarımıza, bilim insanlarımıza üretkenlikleri, kararlılıkları, yiğitlikleri, coşkuları için tekrar tekrar teşekkür ediyorum; gelecek kuşaklarımız adına!