'Türkiye'de bugün ana akım siyasi partilere, potansiyel iktidar olabilecek partilere, bakıldığında tümü 'Mış' gibi siyaset oyunu oynuyor' diyen Prof Dr. Tanju Tosun, 'Gerçek anlamda derinlikli bir siyasal yaklaşım sadece HDP'de var. Diğer partilerin hepsi minibüs partileri. 'Minibüs partisi' terimi ile siyasal partilerin her kesimden oy almaya çalışmasını kastediyorum. Siyasal bilimlerde Catch All Party dediğimiz
hepsini yakala partisidir bunlar' diye konuştu.

Ege Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Prof Dr. Tanju Tosun genel seçimlerden, seçim yarışı içerisinde yer alan partilere kadar genel bir değerlendirme yaptı. Tosun CHP hakkında yazdığı 8 eser ve siyaset ile ilgili yazıları ile tanınıyo. Tosun Türkiye siyasetini bir savaş arenasına benzetip oy için partilerin yaptığı seçim çalışmaları ile bir Dolmuş Partisi görüntüsü sergilediklerini söyledi.

-Türkiye'nin genel seçimler öncesinde siyasi atmosferini nasıl görüyorsunuz?

Seçim süreci her zaman için siyasal atmosferi biraz ateşleyen bir takım duruma neden olur. Seçime iktidar olmak için giren bir çok parti bulunuyor. Dolayısıyla partiler arasında bir siyasi rekabet var. Partiler bu siyasi rekabetten çıkabilmek için seçmene iddalı bir takım söylemler, projelerle ulaşmak zorundalar. Bizden farklı olarak Batı demokrasilerinde siyasal partiler seçim rekabetini ülkesel sorunlar temelinde işliyor. Partiler o sorunlara yönelik çözüm önerileri ve alternatifler, yollar öneriyor. Bizde ise seçim sürecindeki rekabet değerler temeli üzerinden yürüyor. Değerler temeli üzerinden seçim rekabetinin yürümesi siyasi partiler ve yandaşları üzerinde kutuplaştırmayı arttırıyor. Kutuplaşmayı arttıran değerler Türkiye'nin çözülememiş bir takım sorunlarıdan kaynaklanıyor. Türkiye'de kimi, nasıl yöneteceği ve hangi kurumlar aracılığıyla bunun yürütüleceği konusunda temel bir uzlaşı yok. Biz Cumhuriyet'in kurulmasından 90 yıl sonra bile parlementer sistemin yerine yeni bir sistem arayışındayız. Kürt sorununu çözememiş, temel haklar ve özgürlükler konusunda sorunları aşamamışız bütün sorunlaür engel olarak orada duruyor. Partilerin bu sorunlara bakış açısı da farklı dememe de gerek yok. Sorunları çözmeye yönelik bakış farklılıkları ve siyasal partilerin değerlerinin de işin içine katıldığında ciddi bir kutuplaşma söz konusu oluyor. Kutuplaşma Türkiye siyasetini savaş alanına dönüştürüyor. Bu savaş ifadesi Türkiye siyasetini yakından izlemiş olan siyasi bilimci Frederick Frey'e ait. Frey, Türkiye siyasetini bir savaş olarak telakki ediyor. Türkiye'de siyasal seçkinler arasında çetin bir rekabetin ötesinde kazananın her şeyi kazandığı kaybedenin her şeyi kaybettiği bir siyaset anlayışı egemen. Seçim sürecindeki bu kutuplaşma gerilimin had safhaya çıkmasına neden oluyor.

-Türkiye'de hangi değerler üzerinden kutuplaştırma yapılıyor?

Bugün globalleşmenin geldiği nokta itibariyle ekonomi politikaları konusunda siyasi partiler arasında çok farklı bir yaklaşım yok. Mesele siyasal konulara geldiğinde demokratikleşme, Kürt sorunu ve çözümü, haklar ve özgürlükler meselesi, laiklik ve milliyetçilik konusu üzerinden yürüyor. Değerler temelinde siyasal partiler arasında bir uzlaşma yok. Değerler temelinde milliyetçilikten, laikliğe, etnik kimliğe yönelik asgari bir uzlaşma olmadığı için seçimleri siyasal sorunlardan çok siyasal değerlere bakışın etkilediğini söyleyebiliriz.
Osmanlı döneminden beri hep aynı sorunlar. Kimse yeni bir fikir üretmiyor. Mevcut fikirler üzerinde dönüp duruyoruz. Sanırım fikir üretmede bir tembellik söz konusu.
Osmanlı'dan devralınan siyasal bir kültür var.Bu kültür ve kurumlar Cumhuriyet'le birlikte önemli bir değişime uğrasa da değerler öyle kolay değişmiyor. Hem toplumun geneline hem siyasi partilere hem de siyasal seçkinlere bu durum yansıyor, buna değerler kamplaşması diyebiliriz. Derinlemesine düşünme alışkanlığı malesef bu toplumda tarihsel olarak çok güçlü değil. Biz daha çok şablonlarla düşünmeyi ve şablonlarla hareket etmeyi, etiketlerle düşünmeyi ve bunun sonucunda da rakipleri belirli bir şablona yerleştirmeyi ve etiketlemeyi tercih ediyoruz. Bu da Siyaset aygıtının çatışma sonucunda bir uzlaşmaya doğru evrilememesine neden oluyor.

-Siyasette tek adama bağlılık da dikkat çekiyor. Bunun nedenini neye bağlıyorsunuz?

Bizim siyaset anlayışımız mutlakçı bir siyaset anlayışı. Mutlakçı siyaset anlayışından kastettiğim farklılıkları pek telore etmeyen tek tipçi siyaset anlayışı. Biz bizim gibi düşünmeyenleri, çözüm önerilerine sahip olmayanları hemen dışlıyoruz. Farklılığı aleyhtarlık olarak kabul ediyoruz. Aleyhtarlık ise kolaylıkla rejim aleyhtarlığına dönüştürülüyor. Biz milli düşman üretme de çok maharetliyiz.

-Siyasetin seçkinlerin savaş arenası olduğunu söylediniz. Bu arena içersinde halk nerede?

Türkiye'de siyasal seçkinler düzeyinde yaşanan bu kamplaşma bugün itibariyle toplum nezdinde işlemiyor. 12 Eylül'ün toplumu depolitize etmesi  sonucunda, siyaset belirli grupların tekeline hapsedildi. Bunun neticesinde toplumun siyasallaşması önemli ölçüde ortadan kalkmıştır. Toplum ne üniversitede ne iş hayatında, ne de sivil toplumun içinde siyaset konuşmayacak. 12 Eylül toplumu depolitize ettiği için toplum siyasetten soğumuş, uzaklaşmış, sadece ekonomiyi düşünür hale gelmiş. Yarın kaygısı, bir arada daha adil yaşamaya dair tartışmaların önüne geçmiştir. Önüne geçmesi demek siyasetin arka planda kalması demek. Dolayısıyla siyaseti ön planına siyasetçiler çıkarıyor. Bir söz vardır; Siyaset tek başına siyasetçilere bırakılmayacak kadar önemlidir.

Minibüs partileri

-Genel seçime hazırlanan partilere baktığımızda durum nasıl gözüküyor. AKP, CHP, MHP ve HDP'nin durumunu genel anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Genel gidişat siyasetsiz siyaset. Bu da siyasetin içinin boşalmasından başka bir şey değil. Türkiye'de bugün ana akım siyasi partilere, potansiyel iktidar olabilecek partilere, bakıldığında tümü 'Mış' gibi siyaset oyununu oynuyorlar. Gerçek anlamda derinlikli bir siyasal yaklaşım partiler içinde HDP'de var. HDP'de bu siyaseti sadece bir etnik kimlik üzerinden inşa etmeye çalışıyor. Orada da sıkıntı oluyor. HDP'nin bugün bu seçime giden süreçte aday belirleme yönteminden, toplumda kadına biçtiği konumda, demokratikleşme konusundaki yaklaşımında, ekonomiye bakışına kadar uzatılabilecek birçok alanda çok ciddi bir takım çıkarsamaları var. Bütün bu çıkarsamalar etnik kimliğin baskısı nedeniyle gizleniyor. Diğer partilere bakıldığında hepsi Minibüs partileri. Minibüs partisi terimi ile siyasal partilerin seçmen pazarının rekabetçi atmosferinde her kesimden oy almaya çalışmasını kastediyorum. Siyasal bilimlerde  Catch All Party dediğimiz hepsini yakala partisidir bunlar. Bu en güzel Demirel'in söyleminde vücut bulmuştur, 'Benim işçim, benim köylüm, benim esnafım, benim memurum.' CHP kendisini sosyal demokrat bir parti olarak tanımlıyor. Ama CHP'nin sosyal tabanına bakıldığında emekçilerden aldığı destek anlamında ciddi sorunları olan bir parti. Benzer sorunlar AKP'de MHP'de de var. Bu biraz dünyanın gidişatıyla ilgili zamanın ruhuna uygun. Güçlü büyük partilerin hepsi merkezde toplanma telaşında. Dolayısıyla sağ ve solun ötesinde hatta siyaset üstü bir anlayışla iktidar arayışındalar.

CHP örnek bir adım attı

-Birçok parti kendi tarzlarında önseçim gerçekleştirdi. Önseçim demokrasi için bir adım mıdır?

Aday belirleme yöntemi siyasal partiler açısından son derece önemli. Demokratik siyaset doğası gereği önseçimler partinin tabanını mümkün olduğunca karar almasını sağlıyor. Bir partinin demokratik olup olmadığına bakmak için adaylarını hangi kritere göre seçtiğine de bakılmalı. CHP'nin azımsanmayacak şekilde bir önseçime gitmesi parti içersinde demokrasinin işletilmesi anlamında önemli. HDP açısından bakıldığında fermuar sistemiyle kadın sayısının neredeyse aday sayısının yarısına ulaşması önemli. AKP temayül yoklaması yaptı. Sivil toplumun düşüncelerini aldı. MHP elektronik ortamda görüş aldı. AKP ve MHP'nin yaptığı bana göre yasak savma işlemleri idi. Elektronik ortamda yapılan ya da temayül yoklamalarının çıkan isimlerin kaçta kaçı aday gösterildi diye baktığımızda bu yöntemle belirlenen çok az aday olduğunu düşünüyorum. CHP bu bakımdan örnek bir adım atmıştır. Tüzük gereği zaten önseçimden kim çıkmışsa uygun oldukları sıralara yerleştirildi, bu önemli.

-Adayları hangi kritere göre seçtiler. Bir yazınızda dediğiniz gibi o 'Sır Bahçesi'ndeki sır ne?

Parti bağlılığı son derece önemli. Çünkü adaylar bir kere seçildikten sonra seçmen parti adaylarına bakıyor, partiyi adaylarına göre değerlendiriyor. Aday belirlemede tüm partilere baktığımızda o yapı  içersinde profesyonel olarak siyasetle uğraşanlara öncelik veriliyor. Siyasi partiler seçim rekabetinde çok hassas davranmak zorunda. Bunda en önemlisi kim fazla bir oy getirir noktasına dikkat ediliyor. Mesela Cemil Şeboy listeler açıklanmadan bir gün önce  Ankara'ya çağrılıp aday yapıldı. Çünkü CHP'nin güçlü bir Balkan göçmeni adayı yok. Balkan göçmeni kimliğiyle bir fazla oy getirir düşüncesiyle Şeboy AKP'nin milletvekili adayı yapıldı. Burada anlatmak istediğim parti sadakati, bağlılığı, adayların toplumsal kökenleri, mesleki nitelikleri, popülitesi gibi bir sürü faktör aday belirlemede etkili oldu.

-Bir yazınızda CHP'nin hem kapsayıcı hem de dışlayıcı olduğunu söylemiştiniz. Neden hem önseçim ve merkez yoklaması yaptı dersiniz?

Kapsayıcı demek mümkün olduğu ölçüde daha fazla seçici ile aday belirlemektir. Dışlayıcılık ise tek bir kişi karar veriyorsa olur. Tek bir adam karar veriyorsa pür bir dışlayıcılık, seçmen karar veriyorsa pür bir kapsayıcılık olur.

CHP'nin önseçim dışında merkez yoklamasının yapmasının nedeni ise belirli bölgelerde bir adayın blok destekle liste başına gelmesini istemediği için olması gibi gözüküyor. Özellikle Doğu ve Güneydoğu'da istenmeyen bir ismin güçlü olarak blok liste ile gelme riski vardı. Üye çok kolaylıkla bir aday için yönlendirilebilir. O ilin bir takım siyasi özellikleri de riski arttırır. CHP ideal bir kontenjan uygulaması da yaptı diyemeyiz. Kontenjanla listenin belirli yerlerine yerleştirilen adayların 8-10 tanesi CHP'nin MYK üyeleri. Birazcıkda parti üst yöneticileri lehine yerlerini garanti kılmak için kontenjana gidildi.

CHP ceketine yapışanların hesabında


-CHP'nin geçmişi ile bugününü karşılaştırınca nasıl bir tablo görünüyor?


CHP tarihsel kimliğinde belirli nitelikleri çok güçlü olan bu nitelikleri bir çırpıda bir kenara bırakamayacak olan bir parti. CHP, Türkiye'deki siyasi partiler içersinde kabuk değiştirmesi en güç olan partidir. Cumhuriyet'in kurucu aygıtı olması Türk modernleşmesinin taşıyıcı öznesi olması CHP'ye büyük bir sorumluluk yüklemiştir. Bugün gelinen noktada CHP'nin bunu inkar etmeden bir açılım yapması gerekiyor. Açılımı dediğimizde yeni bir CHP'yi kastediyorum. Yeni eskinin inkarı değil ama eskinin üzerine toplumun talep ve beklentilerini dahil ederek yenileşme. CHP, Kılıçdaroğlu ile birlikte bu anlamda önemli adımlar atılmıştır. Bu zorlu bir süreç. CHP şimdi ne kadar adım atarsam CHP'nin klasik seçmen tabanı ceketine ne kadar yapışırım hesabında. CHP bu anlamda tam bir cesaret, yenileşme çabası içerisine giremiyor. CHP'yi destekleyen yerleşik bir taban var. O tabanın hassasiyetleri var. CHP, o hassasiyetleri yok saymadan bu kitleyi nasıl yenileşmenin gerekliliğine inandırabilirizi sorguluyor. CHP riskli bir alanda siyaset yapıyor. CHP'nin sosyal demokrat bir parti olarak demokratikleşme ve çözüm süreci, hak ve özgürlüklere bakışı konusunda ileri adımlar atması gerekir ama o adımları attığı anda tabanını nasıl bertaraf edecek? Bunu da hesaplayamıyor.

-Partilerin belli hedefleri var. AKP 400 milletvekili, CHP ve MHP iktidarı, HDP ise barajı geçip parti olarak mecliste bulunmak istiyor. Bu amaçlar gerçekleşmez ise durum nasıl olur?

AKP'nin 400 milletvekiline ulaşması çok zor. Tüm partilerin yerleşik oy gücü var siyasette. AKP'nin partilerin yerleşik oy gücü içersinde mevcut partilerden ciddi anlamda oy çekmesi gerekiyor. AKP ya bir partiye darbe vuracak, ciddi anlamda o partiden oy alacak ya da HDP barajı geçemeyecek. Bu 2 koşulda AKP 400 milletvekiline yaklaşabilir. Darbe vurması imkansız yerleşik bir seçmen kitlesi var. Kararsızlar dense de yüzde 20 zaten kararsızlar mevcut partiler içersinde eşit dağılacaktır. CHP'nin yüzde 35 hedefine ulaşması kolay değil. Bununda gerçekleşebilmesi için CHP'nin bir başka partinin seçmeni nezdinde darbe yapması gerekiyor. MHP'nin potansiyeli belli.

-Türkiye'nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? Her şey iyi olacak mı?


Türkiye'deki demokrasi anlayışı son derece popülist bir demokrasi anlayışı. Biz milli iradeyi sandıktan çıkan sihirli bir cin olarak görüyoruz. Demokratik irade sandıktan çıktıktan sonra bir takım aracı kurumlarla takviye edilmesi gerekiyor. 7 Haziran'da sandıkta seçmenlerin yapacağı tercih ile milli irade tecelli edecek. Lakin bu milli iradeye ne tür aracı kurumlarla takviye yapabileceğiz. Yargı bağımsızlığı ne olacak?  Temel hak ve özgürlükler sorunu ne olacak? Siyasi örgütlenmeyle ilgili meseleler ne olacak? Baraj meselesi ne olacak? Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ne olacak? Bu ara mekanizmaları eğer daha kapsayıcı bir takım yöntemlerle geliştiremezsek Türk demokrasisi aksak bir demokrasi olarak işlemeye devam edecektir. n Aykut Polatlı

Demokrasi yeni yeni öğreniliyor

-CHP'nin yaptığı önseçimin sandıkta bir yansıması olacak mıdır?

Önseçimin seçim sonuçları üzerinde çok belirleyici bir etkisi olmayacak. Ama en azından parti içinde bir sinerji yarattı. Parti içi demokratik süreçlerin en azından siyasi partiler üzerinde bir etkisi olacaktır. Anayasa da partiler demokratik hayatın vazgeçilmez kurumlarıdır diye yazıyor ama bizde partiler demokrasiyi yeni yeni öğreniyorlar. Tüm partiler kendilerini demokrat olarak kabul ediyor ama uygulamaya bakıldığında demokrasi pratiği diye bir şey yok siyasi partilerde. Bu bağlamda CHP önseçim ile önemli bir adım attı.

Hedefine en yakın parti HDP

Hedefini gerçekleştirmeye en yakın partinin yüzde 10 barajı geçme hedefiyle HDP olduğunu düşünüyorum. Hiçbir parti hedefini tutturamaz ise HDP hariç her şey eskisi gibi olacaktır, mecliste. HDP'nin baraj altında kalması parlementer siyasette Kürt'lerin temsil edilmemesi 7 Haziran sonrası ciddi anlamda kutuplaşmanın ve gerilimin artmasına yol açabilir.