Hayat, bütünlüğünce akıp gidiyor. Arada bir, bir kenara oturup akışını seyretmen gerek. Gittiğin yolu, durduğun yeri, hayatın sana neler verdiğine, nelerden mahrum bıraktığına bakman gerek. Dönüp geriye bakmadığın sürece ne kadar yürüdüğünün farkına varamazsın...
 
Hani yüksek bir yamaca tırmanırken mola verir ve o yamaçtan aşağıya bakarsın ya o anı hatırla, bütün yorgunluğunun boşlukta nasıl eridiğini, nasıl da kendinde yeniden yürümek için tapteze bir güç bulduğunu, kalktığını, yürüdüğünü...
İşte böyle, geçip gidiyor ve bitiyor bazı şeyler. Şimdi hangi yaştaysan, yaşama ve kendine dönüp bakma çağındasın. Yolculuğun bir yere varmak olmadığını, bizzat yolculuğun kendisini severek yürümenin gerektiğini bilmek çağında...

İşte ben, durdum, döndüm, baktım kendime. Ağustos'tan el alırken Eylül, 'Bugün bayram' dedim. 'Uzaktaysam da, bayramı bayram eden kalabalık güzel bir ailem, arkadaşlarım, dostlarım var' dedim. Bir selam edip kalktım yürüdüm.
Sevdiklerinle geçen her gün bayramdır çünkü. Nefes almak bayramdır... Bir gönülde var olduğunu bilmek, bir gönüle girebilmek... Görmek, konuşmak, rüzgârın sesini duymak bayramdır...

Bayram denince, şeker gelir bizim aklımıza, telaşlı sabahlar, kafamıza boca edilen tütün kolonyaları, avuçlanan şekerler, kapı kapı gezmeler gelir. Bayram denince, kavuşmalar gelir bizim aklımıza, toplanmalar gelir baba ocağında... Ablalar, ağabeyler arkadaşlar, çıkılan uzun yolculuklar gelir. Bayram denince, çocukluğumuz gelir bizim aklımıza... O bitmez ilkbaharı ömrümüzün. Büyütmeyin o çocuğu efendim. O ilkbahar hep kalsın bir köşesinde yüreğinizin. Gününüz aydın, telaşınız tatlı olsun. Bayramınız mübarek olsun...