Hatırlarsınız, İstanbul'da Marmaray Projesi gündeme gelip kazılar başlayınca Yenikapı'da kentin geçmişini anlamamıza yarayacak çok değerli kalıntılar bulunmuştu. Araştırmalar sürdürüldükçe o güne değin hiç akla gelmeyen tarihi bilgilere ulaşılmaktaydı. Hal böyle iken Marmaray projesini uygulamakta olan firma ile birlikte yapılanları siyasi bir yatırım olarak algılama düşüncesinde olan yöneticileri karalar bağlamıştı. O günlerdeki Ulaştırma Bakanımızın yakınır gibi konuşmalarını anımsayalım: Marmaray yapım süresi ile ilgili bilgi veren Yıldırım, "Bu projenin temelini 2004'ün Mayıs'ında attık. Biz normalde 2009'da teslim alacaktık. Fakat gel gör ki, her istasyon bir tarih hazinesi. Kazılar İstanbul'un tarihini değiştirdi 2500 yıl geriye çekti. 6 bin yıllıktı İstanbul'un bilinen tarihi 8500 yıla çıktı. Yani Taş Devri'nden tutun efendim Erken Bizans, Bizans, Osmanlı günümüze kadar 35 bin tane arkeolojik obje bulundu. 13 tane batık tekne çıkarıldı. Bunların bir kısmını Yenikapı İstasyonu'nda sergiledik.

Elbette sonuçta; vandalizm kaynaklı düşünceler galip gelecekti. İnşaatı sürdürmekte kararlı olan yüklenici firma ile heyecan dolu arkeologlar arasındaki sürtüşme dozerlerin kazı alanına girip mendirek kalıntısı olduğu sanılan bölümü parçalamaları ile kısa yoldan sonuçlanmış oluyordu.

Daha sonra; siyaset arenasında yetkili olanlarca söylenenleri de anımsamakta yarar olacaktır sanırım: "Üç beş çanak çömlek parçası."
***
Diyeceksiniz ki bu yazdıkların nerden aklına geldi? Geçtiğimiz Cumartesi ve Pazar gününü sanırım yaşamımın en dolu günlerinden biri olarak geçirmiş olmalıyım. Belki 19 Mayıs gibi çok anlam taşıyan bayrama katılamadık ama güzel yurdumuzun Ege yöresinde tarih dolu bir zenginliği yaşama fırsatımız oldu. Şimdi izniniz olursa yaşadıklarımdan bir bölümünü anlatmaya çalışayım.

Sevdiğimiz dostlarla birlikte 31 kişi olarak Cumartesi sabahı erkenden yola çıktık. "Afrodisias", görmeyi en çok arzuladığımız yer ve ilk hedefimizdi. Doğrusu bu ya, senelerce Denizli yolundan gidip gelmiş, yol işaretlerine göre 35 km. içerideki bu güzel kenti görme şansımı kullanamamıştım. Kendimce hayıflanıyorum, hem doğası güzel hem de tarih dolu bu kenti görmemiş olmak meğerse ne denli bir hataymış, anladım.

Söylendiğine göre 1950'lerin sonlarına doğru Ara Güler'in siyah beyaz fotoğraflarını çekip Batı medyasına gönderdiği resimlerle biraz olsa da adından söz edilmeye başlanan "Afrodisias'ın" kaderi ve şansı doğrusu bu kıymetini bilemediğimiz Prof Dr. Kenan Erim'in kendisine sahip çıkmasıyla açılmış olur.  

Prof. Dr. Kenan Erim eğitimini ABD'de yapıp tamamlayan değerli bir bilim adamımızdır. New York Üniversitesi'nin desteği ile 1959'da başlayan kazılar ilk başlarda biraz sorunlarla karşılaşsa da 1990'da hocamızın ölümüne kadar durmaksızın sürer gider. Ve böylece geçmişin en önemli antik Yunan ve Roma şehirlerinden biri olan "Afrodisias" gerçekleri bir bir gün yüzüne çıkar.

Ben öyle sanki her şey bitirilmiş gibi söylüyorum ama bakmayın, kentte kazılar sürdürülmekte ve yeni yeni tarihsel objeler gün yüzüne çıkarılmaktadır.
Ancak Prof. Dr. Kenan Erim'in katkıları ve yaptıkları unutulacak gibi değildir. Nasıl unutulabilir ki? 1959 yılının koşullarını gözünüzün önüne getiriniz. İşte bu koşullar altında yapılanları değerlendirdiğiniz zaman bugünlere gelebilmenin zorluklarını anlamış olursunuz. Nitekim Sayın Kenan Erim'in ölümü de genç sayılabilecek yaşta,1990 yılında olmuştur. Hocamızın Afrodisias aşkı o derece aşkındır ki ölümüne de orada yaşamış olduğu bir olay neden olmuştur. Bu olayın öyküsü oldukça uzundur, okurlarıma bu konuda geniş bilgi edinmelerini öneririm.
Dolayısıyla ardından belki de ülkemizde ve dünyada ilk kez yaşanan bir olay görülmüş Prof. Dr. Kenan Erim; Afrodisias'ın hemen girişinde hazırlanan özel  bir mezara gömülmüştür.
Ey okurlar; benim bu gezi hakkında yazmak istediğim çok şey var. Eğer izin verirseniz, onları yazmayı da gelecek haftaya bırakmış olayım.
Esenlikle kalınız...