Bir Latin Amerika ülkesi olan Venezuela, yaklaşık 1 milyon kilometrekarelik yüzölçümü ve 30 milyonluk nüfusu ile büyük bir ülke. Venezuela'yı dünya siyasetinin gündeminde tutan iki konu var. Birincisi, yaşadığı Bolivarcı-sosyalist devrim. Devrimin mimarı Hugo Chavez, iktidara bir halk ayaklanması ve darbe yoluyla değil, 1999 seçimlerini kazanarak gelmişti. Onun 2013'teki ölümünün ardından ise eski bir belediye otobüsü şoförü olan Nicolas Maduro görevi devralmıştı. Venezuela'nın dünya siyasetindeki ikinci önemli ise sahip olduğu enerji rezervlerinden kaynaklanıyor. Global Fire Power'ın yayımlandığı 2018 istatistiklerine göre, Venezuela 300 milyar 900 milyon varil ile dünya petrol rezervi lideri. Onu takip eden Suudi Arabistan'dan yaklaşık 50 milyar varillik bir fazlası var. Dahası, Venezuela, doğalgaz rezervleri açısından da 6,4 trilyon metreküplük rezerviyle dünyada yedinci sırada.

Büyük enerji rezervlerine sahip, üstelik sosyalist bir yönetimi olan devlet, elbette hedef tahtasına konur... Bugün Venezuela'da yaşanan gelişmeler, bu durumun temel göstergeleri. Venezuela, bu kadar büyük rezervlere sahip olmasına rağmen, iki nedenle enerji kaynaklarından yararlanamıyor ve büyük bir ekonomik krize sürükleniyor. Nedenlerden biri, düşük üretim seviyesi, ikincisi ise yetersiz ihracat altyapısı...

Hugo Chavez'in iktidarında Venezuela enerji sektöründe millileştirmeler yaşanmıştı. Chavez döneminde tüm petrol arama ve üretim hizmetleri devlet eliyle yapılmaya başlanmıştı. Yüksek petrol fiyatlarından da yararlanılarak elde edilen ekonomik zenginlik, halkçı politikalarla topluma yansıtılmıştı. Ona karşı birçok ABD destekli darbe girişimi yapıldı.
Maduro iktidarı döneminde ise ABD yaptırım politikasını yürürlüğe koydu. Bu politikanın etkisiyle Venezuela'nın petrol üretim ve ihracatı önemli ölçüde azaldı. Venezuela, büyük petrol rezervlerinden yararlanamayan bir ülke haline getirildi. Üstelik azalan petrol fiyatları, Venezuela'daki çözümsüzlüğü daha da büyüttü. Sosyal destekler azalınca, toplumsal hoşnutsuzluklar başgösterdi. Enflasyon inanılmaz düzeye yükseldi. Bütçe açığı büyüdü. Ekonomi son beş yılda % 25 oranında küçüldü. Ülke, dünyanın en fazla ekonomik mülteci veren ülkesine dönüştü. Elektrik kesintileri yaşanmaya başlandı.

ABD'nin Venezula'ya düşmanlığının son örneği ise Trump'ın muhalif lider Guaido'yu ülkenin geçici devlet başkanı olarak tanıdığını ilan etmesi. ABD'nin Avrupa'daki uzantıları olarak değerlendirilebilecek Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve İspanya Başbakanı Pedro Sanchez'in, (son olarak da) İngiltere ve Almanya'nın Venezuela'da seçime gidilmezse Guiado'yu devlet başkanı olarak tanıyacaklarına yönelik açıklamaları, Venezuela ile ilgili bir "büyük strateji" yürütüldüğünü gözler önüne seriyor. Guiado'yu tanıyan ABD çizgisindeki diğer devletler ise Kanada, Kolombiya, Peru, Ekvator, Paraguay, Brezilya, Şili, Panama, Arjantin, Kosta Rika ve Guatemala.

Maduro hükümetine desteklerini ortaya koyan ülkeler ise BM Güvenlik Konseyi'nin iki daimi üyesi olan Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile Meksika, Türkiye, Küba, Bolivya ve Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği görevini yürüten Güney Afrika Cumhuriyeti.

ABD, 1823 Monroe Doktrini ile Güney Amerika'da da başat aktör olmaya çabalamıştı. Avrupa meselelerine karışmayacağını vurgulamış, bunun karşılığında da Avrupa'dan Latin Amerika'da bulunmamasını talep etmişti. ABD, Avrupa'yı dışlayarak Latin Amerika'da güç sahibi oldu. Bugün ise, ABD, Avrupa'daki uzantılarına kapitalizm ortak paydasında yeni roller vererek Latin Amerika'da hakimiyetini kurmaya çalışıyor.