Son süreçte Türkiye'nin sürüklendiği yerden çıkışı üzerine okuduğum teoriler umut ışığı olacak yerde, denenmiş formüller üzerinden şablon çıkış haritası olmaktan öte değil. Kendisini aydın olarak tanımlayanların kendilerinden kabul ettikleri ile dar bir alana sıkışarak atışmalar yapacakları lükslerinin hiç kalmadığı bir Türkiye var artık. Dayanışma, birliktelik diyenlerin kendi aralarında birlik hala yoksa, CHP'deki iç karışıklığı önce bu ezberde takılıp kalmada sorgulamak gerek. İçindeki kişilere kızıp, kurumu karalamak, kurum için çaba göstermiş ve bugünlere kadar taşınmasında emeği olanlara büyük haksızlık. Kişileri eleştirebiliriz ancak, kişiler yüzünden kurumların alaşağı edilmesi yanlış. Kişi odaklı düşünmeye alışmış ve kurum bilinci oluşmamış bir kültürde, takılıp kaldığımız yer oluyor kişiler ve kişi kişi kaybediliyor kurumlar. Kabul edelim ki, günümüzde katışıksız kurum kalmadı. Yeni bir kurum diye kolları sıvadığınızda bu yeni kurumun katışıksız olacağını düşünmek iyi niyetin çok ötesinde olur.

           
Tüm bunları düşündüren, ADD'nin dernek olmaktan çıkıp partileşmesi üzerine yürütülen tartışmalar oldu. Türkiye'de eskilerin "devlet nizamı" dedikleri bozuldu. Devletin düzeni, kurumları alt üst edildi. Resmi tarih bilincimizin yerine, al bu senin tarihin denilerek yeni bir tarih yazılıyor gözümüzün önünde. Siyasal partileri demokrasinin vazgeçilmez unsuru diye tanımlayan anayasaya karşın, iktidara konuşlanan parti aracılığı ile demokrasinin tüm kurumları işlemez hale getiriliyor. Halihazırdaki partilerin yapıları aynı olsa da, demokrasilerdeki işlevlerinden farklı formatta olduklarını görüp kabullenmek gerek. Yeni bir partinin yeni bir soluk olmak yerine, yerleşmek isteyen düzene destek olacağını ve zaten "eski" diye tabir edilen sistem partilerinin tasfiye edildiklerini ve son kalenin CHP olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Partilerde, kendine partideki yerleri üzerinden statü elde etmek isteyenler hep olmuştur ama günümüzde, "partili" tabir edilen, "parti kimliği" ile partiye ideolojisi ile bağlı olanlar dışlanıp, partide olanlar çoğalmakta. Parti kimliği için çaba gösterenlerin giderek yabancılaşmalarını sağlayan bir dönüşüm bu. AKP'nin kapatılan, ya da parti başkan ve yöneticilerini kendi yanına çekmek sureti ile eriterek boşalttığı muhalefet alanını görmezden gelemeyiz.
Muhalefet etme refleksleri kırılan bir toplumun sadece partilerin başkan ve sözcülerinin söylemlerinden ibaret itiraz alanı sadece toplumu teskin etmeye yöneliktir. Siyaset yapma alanı daraltılarak yok edilmiş bir toplumda partilerin siyasal sıfatı, siyaset yapma çeşitliliğinden çok, siyasal olarak tanı(mla)dığımız kurumlar ve sorunlar üzerinde konuşuyor olmaları nedeniyledir. Tek parti hegemonyası altında uydulaş(tırıl)an yapılardan köklü dönüşüm gücü beklemek hayalcilikten ötedir. Hele kendilerini dönüştürecek güçleri kalmamışsa. İktidardaki parti de bu tanımın dışında değildir. Tek kişi üzerinden örgütleşmiş ve kolonlarını eriyen muhalif partilere dayamış bir konjontürel yapının çok güçlü olduğu söylenemez. Konjonktürle gelen konjonktürle gide(bili)r.   

Türkiye'de temel sorun yeni bir siyasal partinin kurulması mıdır gerçekten? Sağda kurulan İyi Parti deneyimine kurucularının bir bir istifalarına ve parti başkanı gitsin propagandasını başlatmalarına bakınca; parti içi ilişkiler hakkında kültürel birikimimizi tahlil edebiliriz. Sağın kültürü ve solun kültürü diye bir ayrım olmaksızın, o gitsin bu gelsin tartışmasının, partinin hedef, ilke, kuruluş amaçları ve hedef kitlesini büyütmekten daha önde geldiği ve partilerin başkancı yapıları değişmeden süreğen olacağı bir kehanet değildir.

ADD'nin partileşmesi üzerine düşünmek bile yanlıştır. Muhalefeti partiler üzerinden görünür ve güçlü kılmak için güçlü bir örgütlü toplumsal muhalefete gereksinim vardır. Boşluğu sadece siyaset zemininde doldurmak mümkün değildir. Toplumun dibinden gelen bir itme ile partilerin gerçek işlevlerini yeniden var etmek gibi bir gereklilik var ortada. Sadece partilerin sayısını çoğaltmak üzerinden demokrasiyi var edeceğimiz sanısını sürdürmek bir diğer önemli açmaz. Çok partili siyasal yaşama geçiş sürecimizi bu nedenle demokrasiye geçmek olarak tanımlamak doğru değildir. Çok partili sisteme geçtik ama partilerin yarattıkları sıkıntılarla demokrasiyi işletecek ve kalıcılaştıracak kurumsallaşmayı tamamlayamadık. Başlı başına kitap konusu olan bu cümleyi burada bırakarak, parti çoğaltma hastalığımızdan sıyrılmayı öneriyorum. İlk ivedi iş bu. Bu seçeneği ayıkladıktan sonra, toplumun düşüncelerini korkusuzca açıklayabildikleri, karşı seslerin yükseldiği platformlar için örgütlü zeminlerin yeniden çalışır hale getirilmesi çabaları başlatılmalıdır. Demokrasi çok parti, tek ses değildir; çok sesliliktir. ADD'yi partiye çevirmek toplumda tek sesli yapıya güç vermenin ötesine geçmez. Hatta bırakın partileşmeyi; sadece ADD değil, tüm kitle örgütlenmelerinde siyaset için bu kurumların basamak yapılması geleneğine son verilmelidir. Dernekler, sendikalar aracılığı ile başkanların siyasete taşınmasından ne dernekçilik fayda gördü, ne de sendikacılık.   
Aklı başında birileri gerçeğin notalarına dokunduğunda işine gelmeyenlerin kıvırttıkları yer de diyebilirsiniz; siyaset denilen zemine kendilerini taşımak için kurumlara zarar verenleri atlayıp, çıkış için reçete yazmayı. Her kurum kendi mantığı içinde işletilmeli ve siyaset yapmak isteyen doğrudan siyaset içinde çaba göstermeli. Elbette bunun için önce siyaset yapılacak zemini yeniden inşa etmek gerekecek. Kimsenin göremediği, ya da görmek istemediği... diye de eklemek gerek.

Partilerle ilgili, ilk kez 1989'da akademik kariyerimin başlarında bir eserimde yer verdiğim ve daha önce çeşitli vesilelerle yazılarımda değindiğim bir deyişi yinelemeliyim. George Vedel'in ünlü sözüdür: Demokrasi siyasal partiler olmaksızın yaşayamaz, siyasal partiler yüzünden ölebilir de!.. Bugünlerin uyarısını tek bir cümle ile yapmış olmak da diyebilirsiniz!... Bugün artık uyarı olmaktan çıkıp özete dönüştüğü gerçeğini atlamadan!..
          
Bir anımsatmayı da artık sıkça duyduğumuz ve yastık altında tutulan varlıklarınız üzerinden dillendirilen "yerli ve milli" olma şuuru için yapmak isterim. TC olarak herhalde yerli ve milli konusunda en son dik duruşumuzu, 1 Mart tezkeresi ile gösterdik. O tezkerenin tutanaklarının neden açıklanmadığı ve Meclis'te görüşülmesi sürecinde Deniz Baykal'ın söylediklerinin neden yayımlanmadığı konusu CHP'nin gündeminden hiç düşmemeli(ydi)...
Kurultay da kurultay diyerek örtülen ne çok gerçeğimiz var...
Başka partiye ne hacet? CHP silkelenip kendine gelse ve gerçeklerin peşine düşse yetecek.
İşte bu silkelemeyi yapacak bir toplumsal muhalefet gerek; bu fasit daireden ya çıkacağız, ya çıkacağız!... Başka yolu yok!...