Referandumdan önce %25 olasılık verdiğim senaryo gerçekleşti. Şöyle demişim: " evetin kazanması, ama %55'ten az olması ihtimalinde, hayırcıların öfkesi toplumsal bir gerginliğe dönüşebilir. Hele evet çok az farkla kazanırsa, bu sonuç, sandık hileleri, kampanyada orantısız güç kullanılması, ve/veya başka gerekçelerle, hayırcıları sonuçları tanımama gibi bir ruh haline sokabilir. OHAL çok uzun sürer, ve ne yazık ki ülkemiz çok zaman ve enerji kaybeder."
Sonuçlar ve olası senaryolardan önce, YSK rezaletinden bahsetmek lazım. Hem kendilerini, hem evetçileri, hem de ülkemizi rezil ettiler. Bence, mühürsüz zarfların sayısını, blok kullanılmış oyları, hileli olduğu belli olan sandıkları da toplasanız, şaibelerin toplamı bile sonucu değiştirecek kadar değil. Benim önerim, bütün oyların yeniden sayılarak, mühürsüz pusulaların iptali şeklinde. Bu herkesin içini bir nebze rahatlatsa da, yine de, kesinleşecek oy sayılarından bir değişiklik çıkmaz. Ama daha düşük bir evet oranının sembolik anlamı çok önemli.

Sonuç değişemeyecek bile olsa, YSK kanuna karşı gelerek, büyük bir hukuksuzluğa imza attı. Bu konu ve usulsüzlükler çok konuşuldu. Ama iki kritik faktör çok daha önemliydi. İlki bazı hazırlıkların önceden yapılıp yapılmadığı konusu. Referandumdan hemen önce, sandık tutanaklarının formatı değiştirilirken, neden gelen ve çıkan zarf, mühürlü zarf, itiraza rağmen kabul edilen oylar gibi veriler tutanaktan çıkarıldı? İkinci ve çok önemli konu şu, bir partinin YSK temsilcisi, içindeki oyların ne olduğunu bilmeden, mühürsüz zarfların da geçerli sayılmasını neden talep eder?

Bunların önceden kasıtlı olarak yapılmasında, "olası bir mağlubiyetin sonradan itiraz bahanesi olarak mı planlandığı" da konuşuldu. Bu olsun ya da olmasın, bunlar çok kuvvetli "makul" şüpheler olduğu kadar, aynı zamanda hukuki açıdan önemli savların delilleri olabilir.

Usul konusu tabii ki önemli, ve asıl sıkıntı burada olsa da, referandum sonuçlarının içeriğine de bakmak lazım. İlk tespit, iki taraf da moralsiz, neşesiz, hatta iki taraf da çok endişeli. İki taraf da, çok saçma ve gereksiz bir referandumla, bir çok kazanımla birlikte, gelecekteki olası kazançları da kaybettiğini düşünüyor. Hukuk, tartışmalı da olsa bir tarafın kazandığını söylerken, ahlak ve vicdan diğer tarafın kazandığını söylüyor, ama aslında kimse kendisini mağlup da, galip de hissetmiyor.
Referandum sonucunu Gezi ruhuna bağlayanlar oldu. Evet, ikisinde de kentli ve özgürlükçü ve birbirinden bağımsız gruplar, lidersiz bir şekilde paternalizme itiraz ettiler. "Ben sizin babanızım, ben ne dersem o olur" yaklaşımına karşı çıkıldı. Ama bu kez, muhafazakar seçmenler de hayır dediler. Bu çok önemli bir dönüşüm. AKP'nin burjuvazisi de, şehirli muhafazakarlar da, içine kapalı, çağdaş uygarlık düzeyi yerine yerli ve milliyle yetinen, özgürlük, hukuk ve ekonomiyi belirsizliklere teslim eden bir yapıyı seçmediler. Yani, paternal figüre sadece üvey evlatları değil, öz çocukları da itiraz ettiler.

Bu değişimi, coğrafya ya da eğitim düzeyi, ya da seçmenlerin ödedikleri vergi ve ürettikleri bireysel katma değer açısından incelemek de ilginç. Ama daha ilginci, ülkedeki ayrışmada, siyasi ve katı görüşler yerine, rasyonel sosyolojik beklentilerin öne çıkması. Bu önümüzdeki dönemin en önemli anahtarı olacak.
Kavga ve gerginlik istemeyen, artık barış ve huzuru seçen, gereksiz tartışmalarla vakit kaybetmek yerine üreten fabrikalar ve istihdam artışına odaklanmayı doğru bulan, dış ya da iç düşmanları bahane etmek yerine, mahalle komşularını anlamaya çalışan, ve son tahlilde, macera istemeyen kalabalıklar.

Bundan sonra ne olura gelirsek, aslında işaretleri belli. Seçim sonuçları istediği gibi olmasa da, Cumhurbaşkanı bunları tartıştırmayacak. YSK rezaletinden sonra, referandum sonrası başkanı sarayda ağırlanan Anayasa Mahkemesi'nin bir iptal kararı da mucize olur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin, yasama gücünü etkileyecek konularda müdahale etme durumu var.  Ama bundan önce bazı referandumlarla ilgili başvuruları kabul etmemiş. Buradan şu çıkıyor, eğer AGİT heyetinin, Venedik Komisyonu'nun ve Avrupa'da yükselen hoşnutsuzluğun siyasi etkileri olursa, AİHM başvuruyu, yasama gücünün bir bölümünün Cumhurbaşkanı'na devri meselesi nedeniyle kabul eder. Eder de, ne kadar zaman sonra ve ne karar verir, aldığı karar uygulanır mı, bunlar belirsiz.
Dolayısıyla, referandumun hukuki yollardan iptali zor. Ancak batı ülkelerinde çok ciddi homurdanmalar var. Gezi'de zaten antidemokratik uygulamalar yüzünden aşınan imaj, bu kez hem referandumun yapılış şeklinin, hem de olası sonuçlarının demokratik prensiplerden çok uzak olması nedeniyle sorgulanıyor.  Eğer tarafsız kuruluşlar olumsuz raporlar verirlerse, önce parlamentolar, sonra hükümetler, ve son olarak AB Komisyonu sertleşebilirler.

Cumhurbaşkanı bunun önlemlerini peşinen alıyor gibi. Önemsemez, küçümser bir sertliğe devam ediyor. Ama bu argümanlar artık iç politikada da ikna edici olmaz, dış politikada hiç olmaz. Ayrıca, bütün bu başkanlık sistemi tartışmalarının, hiç bir zaman yargılanmama gibi bir güvenlik kalkanı için başladığı düşünülürse, yurt dışında doğrudan kendisini, yakınlarını, kadrolarını hedef alan davaların da bu durumdan olumsuz etkileneceği de bir gerçek.

Eğer batıda meşruiyeti kabul edilmeyen bir yönetim ya da lider konumuna düşülürse, ekonomik açıdan zaten zor durumdayken, çok daha sıkışırız. Bu sadece kredi musluklarının kesilmesi ya da ambargoyla olmak zorunda değil, ticari politikalarla da zorlanabiliriz. Bu durumda döviz ve faiz çok oynar, durgunluk ve enflasyon dönemleri başlar, halktaki hoşnutsuzluk da çok artar.  

Bu nedenle, referandum öncesi çok muhtemel görünen erken seçimin olasılığı azaldı. İktidar 2019'u hedef gösteriyor. Uzun bir zaman var, ve o ara dönemde sistem değişmeyecek, aynı hükümet, belki küçük değişiklerle devam edecek. Bence küçük bir olasılık, ama Bahçeli'ye vefa borcu şeklinde, ama aslında MHP'de bölünmeyi engellemek için bir kaç bakanlık verilmesi de mümkün.

Bu dönemde AKP, 2019 için yeni ittifaklar arayacaktır. Ama bizim siyasi kültürümüzde, küskünlük kolay bitmez, genellikle derinleşir. Ve referandumda hayır oyu veren muhafazakarlar,  laik ve batıya dönük yeni bir siyasi oluşuma çok daha sıcak bakacaklardır. Eski DYP ya da ANAP gibi bir parti de, her partiden, ama en çok AKP'den oy çekerek, en az % 15 oranla mecliste üçüncü parti konumuna gelecektir.

Hayır oyu verenlerin mücadelesine çok saygım var. YSK'dan sonra, AYM'nin de büyük olasılıkla, başvuruları reddetmesi morallerini bozmasın. Yapılan her itiraz, her protesto, her başvuru değerli. Ama iki konu çok önemli. CHP'nin sine-i millete dönmesi durumunda, araf senaryosunda, istifaları 2019'a kadar TBMM'de kabul edilmeyebilir. Ya da kabul edilir, ve 3 ay içinde yapılması zorunlu olan ara seçimde, AKP'nin koltuk sayısını arttırması, hatta belki 367'yi bulması beklenebilir. Zaten CHP TBMM'de yok diye, AKP'nin erken seçime gitmesini ummak çok safça bir beklenti.

İkinci konu, sokak gösterileri. Mesela 23 Nisan, 1 Mayıs, 19 Mayıs gibi tarihlerde düzenlenecek geniş katılımlı mitingler faydalı olabilir. Evlerden tencere-tava havaları da öyle. Ama OHAL koşullarında, 15 Temmuz'da sokaklarda şiddet uygulamış paramiliter kadrolar varken, SADAT varken, sokaklarda yapılacak eylemler gerçekten ülkeyi Suriye'ye dönüştürebilir. Ve emin olun, bunu çok isteyen bir çok ülke de var.

Bir hafta öncesine göre daha da kutuplaşmış, daha da gergin bir ruh halimiz var. Ama toplumun bütün kesimleri endişeli ve ne yapacaklarını bilmiyorlar. AKP de, CHP de, Kürtler de, MHP'nin içindeki bölümler de, siz de, ben de öyleyiz. Belirsizlik, sabırsızlıkla birleşirse, bu gerilim artar, ve sosyal patlamalar olur.
O yüzden herkes için sabır zamanı.