“İzmir’de Yaratıcı Şeyler Oluyor” başlıklı yazımda, son zamanlarda İzmir’de yaratıcı işler konusunda gözle görülür bir hareketlilik olduğuna değinmiştim. Bu bağlamda, şehrimizde yaratıcı işlerle uğraşan kişileri, özellikle de gençleri, daha yakından tanımak ve konuyu onlarla birlikte değerlendirmek amacıyla, zaman zaman röportajlar yapacağım.

İlk konuklarım, Çiçek Tezer ve Emre Yıldız. Mimar Tezer, İzmir doğumlu (1985). Çeşitli mimarlık ofislerinde çalışmış. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde doktora yapıyor. Alternatif mekan üretimlerine ve mimarlığın sosyal ve kültürel boyutuna odaklanıyor.

Grafik Tasarımcı Yıldız (1980) ise, Almanya’da doğmuş. Birçok ajansta çalışmış, çok sayıda sergi ve yarışmaya katılmış. Almanca’dan Türkçe’ye 7 kitap çevirmiş. Ayrıca, radyo programları yapmış. Yaşar Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü'nde ders veriyor.

Kültür, sanat ve tasarım odaklı çalışmalar üreten çift ile, kurucusu oldukları NomadMind (Göçebe Akıl) Derneği’ni ve İzmir’in yaratıcı sektörlerdeki potansiyelini konuştuk.

NomadMind Derneği’ni kurma fikri nasıl ve ne zaman oluştu? Dernek kimlerden oluşuyor?

Ç.T: Bizler, özgürce yaratıcı fikir geliştirmenin yollarını arayan ve bu fikirleri yapılandırıp onları uygulayacak yöntemler geliştirmenin peşinde koşan insanlarız. Yaratıcılığın, kültürel üretim sürecinin her aşamasındaki varlığını önemsiyoruz. Farklı disiplinlerden kişilerin kolektif bir fikir geliştirmelerinin ve üretimde bulunmalarının zenginlik yarattığını düşünüyoruz. NomadMind'ın temel çıkış noktaları da, yaratıcılığın ve hayal gücünün peşinden koşmak ve birlikte üretmek. Hem yapı hem de sürece yaklaşım anlamında esnekliği merkeze alıyoruz. Baştan beri, yürütücü çekirdek ekip olarak iki kişiyiz. Çalışmalara göre kalabalıklaşıyor veya sadeleşiyoruz.

E.Y: NomadMind, 2014 yılında, bir yarışma ilanına birlikte iş üretme heyecanıyla ortaya çıktı. Çiçek ve ben farklı disiplinlerden gelen insanlar olarak, ortaklaşan ilgi alanlarımızı fark ederek başladık birlikte çalışmaya. İstemli veya istemsiz olarak şekillendirdiğimiz mekanlar, bu mekanlarda başkalarıyla bir araya gelme biçimlerimiz, bir araya geldiğimizde paylaştıklarımız, deneysellikler ve bunları dışa vurma, görselleştirme, seslendirme, tatlandırma biçimlerimiz; tüm bunların toplumsal yapıyla ilişkiye girme biçimleri, kentlerimiz, kırlarımız, farklı olanla iletişime geçme şekillerimiz, çatışmaların ortaya çıkardığı verimli alanlar ortaklaştığımız noktalardan bazıları. Neticede, tasarımsal ve sanatsal üretim biçimlerini merkeze oturtan ve yaratıcı ifade şekilleri ile bunları geliştirme yolları arayan bir oluşum çıktı ortaya.

“Göçebe akıl” ne ifade ediyor?

Ç.T: Göçebe olma durumu, ihtiyaç duyduğumuz esneklik için gerekli. Fiziksel bir göçebelikten bahsediyorum, yeni yerleri deneyimleme heyecanını içeren, yerinde duramayan. Diğer yandan, düşünsel bir göçebelikten, fiziksel sabitlik durumunda da fikirleri dolaştıran, oradan oraya engellenmeden zıplama, akma cesareti ve arzusu içeren bir durumdan bahsedebiliriz. Burada, Gilles Deleuze ve Felix Guattari'nin "Göçebe Felsefesi" bizim için önem taşıyor. Hem kendimiz hem iletişim kurduğumuz insanlar için, göçebe aklın ortaya çıktığı koşulları yaratmanın peşindeyiz. Hayal gücü ve yaratıcılığın buradan beslendiğini düşünüyoruz.

Bu platformdan kimler yararlanabilir?

E.Y: Ürettiğimiz işlerin birçoğu katılıma açık. Katılımcılara çağrıda bulunduğumuz söyleşi, atölye, sergi gibi birçok etkinliğimiz oluyor. Katılımcılarda belli özellikler aramamaya, katılımcılığı ilgilenen herkesin dahil olabileceği bir biçime dönüştürmeye çalışıyoruz.

NomadMind’ın bugüne kadar gerçekleştirdiği faaliyetlerden örnekler verir misiniz?

Ç.T: İlk ürettiğimiz işler yeni medya üzerine fikirler geliştirdiğimiz çalışmalardı. Daha sonra tasarım alanında farklı disiplinlerden öğrencilerin katıldığı ve yürütücülüğünü Zeynep Akçay'ın üstlendiği bir “stop-motion” atölye çalışması yaptık. Nihai ürün olarak "Döngü" adlı bir kısa film ortaya çıktı. Bu çalışma, PORTIZMIR3 kapsamında, Austro Türk Tütün Deposu’nda gerçekleşti. Sonrasında, İzmir Otomobilsiz Kent Günü kapsamında, kentlilerin kentteki ulaşım sistemine dair fikirlerini paylaşabilecekleri bir "Fikir Tahtası" tasarladık.

E.Y: Geçtiğimiz sene Yakın Kitabevi'nin çağrısıyla, kış boyunca süren "Kent Üzerine Söyleşiler"i organize ettik. Farklı alanlarda üretimde bulunan 14 farklı kişi ve grup, söyleşi içerikleri oluşturdu. Bu söyleşiler, katılımcılara yeni kişilerle tanışma, paylaşımda bulunma fırsatı yarattı. Şimdi, bu 14 söyleşinin içeriklerinden oluşan bir kitap üzerinde çalışıyoruz.

Ç.T: Şimdiye kadar içinde yer aldığımız en kapsamlı çalışma, TANDEM Türkiye Kültür Yöneticileri Değişim Programı kapsamında Fransa'dan Beserriko Arte Sarea adlı kırsal sanat inisiyatifi ile ortak olarak ürettiğimiz "Tahta Öyküler" (Wood Tales) projesi oldu. Projenin Türkiye ayağında ekibimiz dört kişiden oluştu: Emre, ben, Grafik Tasarımcı Tansel Özalp ve Sinematograf Devrim Taban. Çalışmanın odak noktası, İzmir Kemalpaşa'da yaşayan Tahtacılar ile çalışmalarımız üzerinden okumaya çalıştığımız köklü Tahtacı kültürüydü. Tahtacılar ile sohbetler ettik, onların yaşama ve çalışma mekanlarına gittik. Süreç içinde, Tahtacı kültürünü deşifre eden dokümantasyon filmleri ortaya çıktı. Bunun yanında, Tahtacı hikayeleri ve değerlerine dair sembollerle ilgili çalışmalar yapıldı. Ayrıca, Tahtacıların göç rotalarını ve yaşam alanlarını gösteren haritalar çalışıldı, mekan araştırmaları yapıldı.

E.Y: "Tahta Öyküler" bir yıl sürdü. Sürecin sonunda İzmir ve İstanbul'da birer sergimiz oldu. Çalışmanın deşifresini içeren bir proje kitabımız, bir de proje blogumuz var*.


En yeni çalışmamız NomadMind “Oturma Odası” (Living Room). Evimizin oturma odasını etkinlikler aracılığıyla, tanıdığımız veya tanımadığımız kişilerin ziyaretine açıyoruz. Bizim için de çok yeni ve heyecan verici, deneysel bir proje.

Bu proje için çıkış noktanız neydi?

Ç.T: Oturma Odası, insanların bir araya gelmesini ve tartışıp, paylaşıp yeni fikirler ortaya çıkarmasını sağlayacak mekan arayışındayken oluştu. Özel bir mekanı kamuya açmanın oluşturacağı “aradalık” durumunun, yaratma potansiyeli taşıdığını düşünmek bizi heyecanlandırdı.

E.Y: Bu fikri besleyen en önemli etkenlerden biri de, birçok tasarım ve sanat etkinliğine ev sahipliğini yapan kent merkezindeki mekanlara, çeper semtlerden biri olan Karşıyaka'da alternatif sunma isteğiydi.

Bugüne kadar ne gibi etkinlikler gerçekleştirdiniz?

Ç.T: İlk etkinliğimiz tek kişilik bir tiyatro oyunu oldu, Orçun Çıtır'ın "Sokak Felsefesi". Ardından Out of Time ve Tonguç Gökalp konserleri gerçekleşti. Bir de Teoman Gürgan'ın "Bakış Açısı" başlıklı söyleşisi oldu.

Katılımcılardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?

E.Y: Katılımcıların büyük çoğunluğu, ilk gelişlerinde mekanın bir ev olmasına şaşırdı. Bu, özellikle sakladığımız bir durum olmamasına rağmen, davetlerimizde belirttiğimiz bir şey de değildi. Başta çekingen davrandılar, özellikle evin mutfak, tuvalet gibi mekanlarını kullanma konusunda. Ancak, etkinliklerin içerikleri ile kullanıcıların davranış biçimlerinin şekillenmeye başladığını gözlemledik ki bu da beklediğimiz şeylerden biriydi.

Ç.T: Bunda, evimizin oturma odasında çok ağır mobilyalar olmamasının da rolü var mutlaka; bu durum, katılımcıların çekinmeden mekanı istek ve ihtiyaçlarına göre şekillendirmelerini sağlıyor. Mekan, etkinliğin dinamiğine ve katılımcıların davranış biçimlerine göre biçimleniyor.

E.Y: Sanıyorum ve yorumlardan anlıyorum ki, merkez dışına çıkmak ve bir mahallede böyle bir etkinlikle, pazar öğleden sonra gibi genellikle etkinliklere katılmaya alışkın olmadığımız bir zaman diliminde bu paylaşımı yaşamak hepimizin hoşuna gidiyor.

Ç.T: Emre ile ikimiz, her ne kadar bunun tamamıyla mümkün olmadığını bilsek de, evimizin oturma odasının, NomadMind'ın "Living Room"una dönüştüğü zamanlarda, kendimizi ev sahibi olma durumundan çıkarmaya ve katılımcı olmaya kaptırmaya çalışıyoruz. Bu nedenle, etkinliğe ve katılımcılara, önemli bir durum olmadıkça müdahale etmemeye çalışıyoruz.

Son birkaç senedir İzmir’de yaratıcı işler konusunda bir hareketlilik olduğunu gözlemliyorum. Buna katılıyor musunuz?

Ç.T: İzmir'de belirgin bir hareketlilik var, bence de.

Bunu neye bağlıyorsunuz?

Ç.T: Ben İstanbul'dan 5 yıl önce geldim, öncesi Bursa. İzmir'den ayrılışım lise yıllarıma denk geliyor, yani yaklaşık 10 sene ayrı kalmışım. Sanıyorum tekrar gelişim, bu hareketliliğin başlangıcına denk geldi. Bu nedenle, bu sürecin başlangıç dinamiklerini okuma konusunda kent ölçeğinde, ancak bugünden bakışla fikir geliştirebiliyorum.

Sanıyorum ki birkaç yıl öncesine göre, tasarım ve sanat alanında üreticilerin bir araya gelme sıklığı ve kalitesi arttı. Bu alışkanlığın edinilmesinde, çok-disiplinli yaratıcı uygulamaların tüm dünyadaki gibi Türkiye'de de daha görünür olması ve öneminin vurgulanmasının etkisi vardır muhakkak. Sanatçı ve tasarımcılar, sosyal bilimciler ve başka diğer disiplinlerden bu üretime dahil olanlar kendi disiplinlerinin kabuğundan çıkıp ortak üretim üzerine kafa yorar oldular. Çok-disiplinli ya da disiplinlerarası üretim modelleri akademide daha önceleri uygulanmaya başlamışsa da, yaratıcı üretim pratiğinde en azından İzmir için son 5 yılda çok yükseldiğini düşünüyorum.

E.Y: Benim İzmir'den Çiçek gibi uzun süreli bir kopuşum olmadı. Dolayısıyla bu durumu daha uzun bir dönemde gözlemleyebildim. Bence, bu bir dalgalanma ve yaklaşık on yılda bir, yükselişe geçen ve sakinleşen bir döngü var. Bunun kapsamlı bir araştırmasını yapabilmek için, küresel ve kentsel ölçekte sosyo-kültürel dinamikler, kentte sanatçı ve tasarımcı yetiştiren fakültelerin iç dinamikleri ve dışa açıklıkları, mezun yeni nesillerin yetiştiği koşullar ve başka birçok unsurun birlikte okumasını yapmak gerekir.

Son yıllarda, yerel yönetimlere bağlı kurumların da sanat ve tasarım alanındaki üreticileri bir araya getirmeleri büyük bir cesaret yarattı. Üretim konusunda verdikleri desteklerin niceliksel ve niteliksel boyutları, üzerine tartışılacak bir konu olsa da, bir araya gelişin önemi konusunda bir algı yarattılar ve buna vurgu yaptılar. Örneğin Akdeniz Akademisi bünyesinde çıkartılan Platform dergisi, üreticilerin bir arada bulunduğu bir yayın olması bakımından, bu algıya büyük katkı koydu.

Ç.T: Bunlara ek olarak, son bir kaç yılda İstanbul'dan İzmir'e gerçekleşen yoğun göçün de büyük önemi var. Kente dışarıdan, başka bir gözle bakmış olan kişilerin gelip burada üretmeye başlaması, burada bir çeşitlilik yarattı. Çeşitlilik ve farklılıkların bir araya gelmesi, farklı bakış açılarının karşılaşması, üretimi tetikler mutlaka.

İzmir’in yaratıcı endüstriler konusundaki potansiyelini nasıl buluyorsunuz?

E.Y: İzmir'de iş üreten yaratıcı kesime ve kentin coğrafi özelliklerine bakarsak, az önce konuştuğumuz dinamikler de göz önüne alındığında, burası kesinlikle büyük bir potansiyel taşıyor. Ancak, bu potansiyelin daha verimli vahalara dönüşmesi ve sürdürülebilir olması için, kentin güzel sanatlar ile sanat ve tasarım fakültelerinin kentle ilişkisini güçlendirmesi şart.

Ç.T: Sürdürülebilirlik ve potansiyelin açığa çıkması konularında benim altını çizmek istediğim bir nokta daha var. O da, üreticileri teşvik amacıyla maddi kaynaklar yaratmak için organizasyonel olarak yapılanma gerekliliği. Bu her zaman parasal destek anlamına gelmez elbet; örneğin üreticiler ve STK'lara kolay erişilebilir üretim mekanları sağlanabilir. Bu mekanlarda üreticiler, salt bir konuyu konuşmak üzere masa başında bir araya gelmekten çok farklı olarak, üretirken bir araya gelip yaratıcı diyaloğa girebilirler.

Sizce yaratıcı işlerle uğraşan insanlar için, yaşadıkları şehir ne kadar önemli?

Ç.T: Çok önemli elbette. Kentten duyusal, deneyimsel, fiziksel olarak sürekli besleniyoruz. Onunla, mekanlarıyla ve canlılarıyla sürekli iletişim halindeyiz. Kentin bizim algımızı şekillendiriyor oluşu çok açıkken, bu durum, kente zaman zaman dışarıdan bakmayı da gerektiriyor kanımca. Beslendiğiniz ya da sizi etkileyen şeye karşı eleştirel bir göz geliştirmek şart, ancak sürekli merkezinde olduğunuz bir şey için bunu yapmak çok güç. Bu sadece kent için değil, bizi şekillendiren, bizim şekillendiğimiz farklı ölçeklerdeki tüm mekanlar için gerekli; odamız, evimiz, her gün bindiğimiz vapur, sokağımız, mahallemiz, semtimiz, kentimiz, yaşadığımız ülke ve gezegen...

E.Y: Çiçek'in kentle, kentsel mekanla içinde bulunduğumuz ilişkiye vurgusuna katılmakla birlikte, bu konuyu, yaratıcı üretimden bahsediyorsak, kentsel mekandan bağımsız da ele alabiliriz, diye düşünüyorum. “Üretim, mekandan tamamıyla olmasa da, nispeten kopuk bir şekilde kurgulanabilir mi” sorusu önemli olabilir. Kentsel mekanla ilişkiyi en aza indirmek ve diğer şeylere yönelmeyi seçmek ilginç olabilir. Bir duyunun kapanıp, diğerlerinin güçlenmesi gibi.

İzmir yaratıcılığınızı besliyor mu? Burada kendinizi üretken hissediyor musunuz?

E.Y: İzmir, yakın çevresi ile birlikte farklı tip mekanları barındırması bakımından, tek bir kentte birçok farklı durumu, ruh halini, fiziksel ve duyusal dokuyu deneyimlemenize imkan veriyor. Kente ait fiziksel mekanlardan bahsettiğimizde, sadece bu kentte ya da bu ülkede değil, tüm dünyada ciddi bir sorun teşkil eden, postpolitik üretim biçimlerinin mekanları ve onların deneyimlenme biçimlerini tektipleştirme çabası. Bu, her birimizi derinden etkileyen bir durum olsa da, hem kentliler hem de kültür üreticileri olarak bundan ibaret değiliz tabii.

Ç.T: Emre, bahsettiğin bu tektipleştirme tüm mekanlar için büyük tehdit, ancak halihazırda tarihsel dokusunu kaybetmiş ve halen kaybetmekte olan bir kent için daha da acı sanırım. İzmir'de kentin çok değil, 100 yıl önceki dokusunu yakalamak, onunla ilişkilenmek pek zor. Diğer yandan, kentlilerin çoğu için kentin tarihi üzerine konuşmak endişe verici hale geldi; asıl korkutucu olan bu. Kentsel dokunun tahribi ve yok oluşunda, yangın büyük rol oynamışsa da, sadece bundan bahsetmiyorum. Sonraki bilinçsiz müdahaleler de İzmir'in geçmişini hızla silmiş. Bu durum halen büyük bir hızla sürmekte. Bu nedenle, İzmir, insanı besliyor, özellikle, bana göre kırla kentin bu kadar içiçeliği sebebiyle; ancak diğer yandan bir çok kente göre eksiği, tarihi dokunun erişilebilirliği.

E.Y: Az önce konuştuğumuz gibi, farklı alanlarda üretim yapan kişilerin bir araya gelmesi bakımından, zengin bir ortam oluşuyor İzmir'de; daha üretken bir kent hayatının peşindeysek bunu korumak ve uygulamayla ilişkisini güçlendirmek önemli.

Ç.T: Belki üzerinde durduğumuz bu iki açı, kentin tarihi dokusu ve üreticilerin bir araya gelişi, yine yerel yönetimlerin desteği ya da bağımsız inisiyatiflerin bir araya gelişi ile çözümlenebilir. Kentin tarihi dokusunu taşıyan ve güncel politikalarla ortadan kaldırılmaya ya da karakterini kaybedecek şekilde sterilize hale getirilmeye aday mekanların, tasarım ve sanat üreticilerinin üretim mekanlarına dönüştürülmesinden bahsediyorum. Bu yeni bir fikir değil elbette, özellikle Avrupa'da bir çok kentte uygulanıyor; bu örneklerin irdelenmesi ve eleştirel bir şekilde ele alınması ile başlanabilir işe.

İzmir’de size özellikle “ilham veren” yerler var mı?

E.Y: Gün içinde, ufak boşluklarda bile olsa, Kemeraltı ve özellikle Basmane'de vakit geçirmek benim için oldukça kafa açıcı.
Ç.T: Bu semtlerin çarşı dokularının çeperindeki terk edilmiş ya da yaşama alanı olarak kullanılan mahalleler de öyle.
E.Y: Kültürpark, kent içinde önemli bir boşluk. Burada, gündelik koşuşturmaca içinde bile fikir üretebilecek dinginliği bulmak mümkün bana göre.
Ç.T: İzmir, hala bir çok metropole göre çok kısa sürede kırsal dokuya ulaşabildiğiniz bir şehir. Bu durumda, kenti çevreleyen kır da bu soru dahilinde ele alınabilir. Hemen kaçabildiğiniz kırsal bölgeler, ilham verici olabiliyor.
E.Y: Nif Dağı örneğin... Ya da denize daha yakın ama çorak Karaburun tepeleri...

Çalışmalarınız esnasında sizi en çok zorlayan nedir?

E.Y: Kesinlikle bütçe. Projelerimizi çoğu kez bütçesiz gerçekleştirmeye çalışıyoruz, bu da bizi oldukça zorluyor.

Yakın geleceğe dair planlarınız ve dileklerinizden bahseder misiniz?

E.Y: Kasım ayında Oturma Odası’nın bu sezon etkinliklerine başlayacağız. Bunun yanında, editörlüğü ile meşgul olduğumuz bir kitap çalışmamız var, 2018'in ortalarına kadar sürecek gibi görünüyor.
Ç.T: Diğer yandan birlikte üretim konusunda ortaklıklar kurmak için adımlar attığımız kişiler ve organizasyonlar var, onların heyecan ve hazırlıkları içindeyiz.

Faaliyetlerinizi nasıl takip edebiliriz?

Ç.T: Facebook'ta NomadMind sayfamız üzerinden etkinliklerimizi paylaşıyoruz. Ayrıca, katılımcılarımızın yer aldığı e-posta grubumuz üzerinden etkinliklerimizi mutlaka duyuruyoruz. Bu gruba dahil olmak isteyenler bizimle facebook üzerinden iletişime geçebilirler. İnternet sitemiz** şu anda geçmiş etkinliklerimizi görünür kılıyor, ancak gelecek etkinlikleri duyurduğumuz bir kısım eklemeyi düşünüyoruz.

*https://woodtalesblog.wordpress.com
**www.nomadmind.org