10 Kasım. Ulu önderi sonsuzluğa uğurladığımızın 76. yılı. Fiziksel varlığını hiç görmediği ama emanet ettiklerini içselleştirerek onun birer parçaları olmuş kişiler için; onu saygıyla anma günüydü. Bir yas günü mü? Hayır; çünkü Atatürk ölmedi...Bizler onun mirasını yaşatabildiğimiz sürece O; bizlerle beraber yaşamaya devam edecek. Peki ama bu hüzün neden? Son yıllarda her 10 Kasımda giderek arttığını hissettiğim hüzün sadece bana mı ait? Onun bir parçası olmaktan duyduğum gurur; güçlülük duygusu ve umut neden hüzne giderek daha fazla yer değiştiriyor.
Bir psikiyatri doktoru olarak Yas kitaplarımı yeniden okumam gerektiğini hissettim. Altını çizdiğim satırlarda kendimi, bugünkü 'Yeni' olduğu söylenen Türkiye'yi aradım. En azından yasla ilgili bazı saptamaları da sizlerle paylaşmak istedim.

Vamık Volkan'a göre yaslarımız parmak izlerimiz kadar kişiseldir. Yasımız; geçmişteki yitim öykülerimiz ve ilişkinin özellikleri tarafından belirlenir. Birçok zaman poliklinikte bizim gördüğümüz ya da sizlerin çevrenizde gördüğü gibi aynı aile içerisinde bile; herkesin kederi son derece kişiseldir ve farklıdır.

Ozanlar ve yazarlar yitime 'ruhsal bir yara' demişlerdir. Yas tutma yetisini, fiziksel yara iyileşmesi gibi düşünmek yararlı olabilir. Fiziksel olarak ne kadar hızlı onarıldığımız, kesiğin derinliğine ve özelliklerine bağlıdır. Aynı şey keder için de geçerlidir. Yas tutmanın gidişi yitime hazırlığa, yitirilen ilişkinin özelliklerine, yas tutanın psikolojik gücüne ve keder duyma kapasitesine bağlıdır. Mikrop kapmış bir kesiğin iyileşmesi; temiz olandan daha uzun zaman alır. Zor yada çok bağımlı olduğumuz bir ilişkinin yasını tutmak da komplike olmamış yastan daha uzun sürer. Tıp ki küçük bir sıyrığın; bir kanama hastalığı olan hemofili hastalığı olan birinin yaşamını tehlikeye sokabildiği gibi; ufak bir kayıp, bir taşınma ya da iş yaşamındaki bir yükselmenin, geçmişinde ayrılma güçlüğü yaşayan birini belirgin şekilde sorunlara boğabilir.
Dinmiş gibi görünen ruhsal bir yara yeniden acıyabilir; yeniden kanayabilir mi? Sanırım Atatürk'le ilişkimiz o kadar derinde ve onunla o kadar bütünleşmişiz ki, son yıllarda onun maneviyatına yapılan her saldırı; bizlerin de kimliğine yapılmış bir saldırı gibi algılanıyor. Onun çizdiği yolda ilerlemenin verdiği cesaret; güven ve umut yerini korkuya, kendini bilmezliğe ve umutsuzluğa dönüşüyor.

SAMBAYA VEDA

Ufak bir çocukken tanımıştım onu. Siyah-Beyaz kıyafetleri içerisinde 'Samba' isimli dansını etmeye başladığında; onu daha yakından görebilmek için koşarak onu çevreleyen çembere girerdim. Ne zaman Altay'a sempati duymasını umduğum bir arkadaşımı maça davet etmişsem, onun dansını izlettirmek için sabırsızlanırdım.

Yıllar geçti; 100. yılında Altay Yönetim kurulu üyesi olma şerefini yaşadım. Bu görevde ne kadar başarılı olabildiğimiz tartışılabilir. Birçok hayalimizi gerçekleştirmeyi beceremedik. Büyük hayal kırıklıkları da yaşadık. Ama görev süremiz bittiğinde kader ortaklığı yaptığımız Mehmet Mütevellioğlu ile bu görevi yaparken bazı yapabildiklerimiz için kendimizi takdir ettik. Hiçbir şey yapmasak da; en azından Orhan Cura, Ali Rıza Şenol, Samba Lami Behram, Orhan Adalı, Ayfer Elmastaşoğlu, Tahir Karapınar gibi ömürlerini Altay'a adayan kişiler için onları asla unutmayacağımıza dair ufak organizasyonlar gerçekleştirdik. Ömrümüz boyunca da, bu ziyaret ve organizasyonlarda yer alan bu değerli insanların gözlerindeki ışıltı bizim yüreğimizi ısıtacak ve bu görevi yaptığımız için gurur duymamızı sağlayacak.

Bugün (08 Kasım)  yapılacak seçimde; belki de Mehmet Mütevellioğlu ile birlikte Altay Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği Yönetim Kurulu üyesi olarak görevlendirileceğiz. Açıkçası ilk yapmayı planladığımız işlerden biri hasta yatağında Samba'yı ziyaret etmekti. Maalesef olmadı. Bugün; bu görev bize verilir, verilmez Samba'yı ziyaret için resmi bir göreve ihtiyacımız yoktu, hata yaptık. Eminim, bu yazıyı okuyan çok kişinin benzer ertelemeleri olabilir. Her şey mümkünken; yapmak istediğinizi söylemek istediğinizi söylemeyi ihmal etmeyin. Belki söylemek istediğiniz kişi; belki de siz bu vedayı yapamadan herkesle vedalaşmak zorunda kalabilirsiniz. Bu hata benimdir, Mehmet Abinindir, bugünkü yönetimindir ya da hepimizindir. Bizim biz olmamızı sağlayan kişileri yaşarken onurlandırmak, onların emeklerine saygı duyduğumuz göstermek hepimizin ortak borcu ve sorumluluğu olmalıdır.