Lütfü Dağtaş-İşyerimdeydim. Arkadaşlar geldiler. "Dağda odunluk zeytin ağacı var" dediler.
Tarifi alır almaz aracıma atlayıp yola çıktım. Bizim Mordoğan'da, koyu gören yamaçlarda bir yerdeymiş. Odunluk denilen ağacı elimle koymuş gibi buldum. İnanılmazdı. Son derece görkemli oluşunun yanı sıra iri gövdesi yaşını bir çırpıda ortaya koyuyordu. Yanımdaki halatla çapını ölçtüm.
Ne odunu, dedim kendi kendime, ben bunu Mordoğan'a taşır, orada bir yere diker, insanlara gösteririm.
Ağacı bir süre daha hayranlık içersinde seyrettikten sonra işyerime döndüm. Aklım fikrim bu ulu, güngörmüş ağaçtaydı. Gece yattığımda bile gözümün önüne geliyordu.

Anlattığım bu olay 2005 yılında oluyor. Derken İzmir'den bir ağırlıkçı buldum, 40 ton ağırlık taşıyabiliyordu. İzmir'den Mordoğan'a getirdim, bunu buradan çıkartıp Mordoğan'a taşıyacağız, dedim.
-Çıkartırız da, taşırız da... dedi.
Amacım önceleri ağacı, Karaburun şosesi üzerinde Mordoğan'a girişte trafik lambalarının olduğu göbeğe dikmek, gelen geçen herkesin görmesini sağlamaktı. Ama Karayolları, "dikkat dağıtır, kazaya neden olur" diye izin vermeyince, Ayıbalığı'nda, mülkiyeti bana ait deniz kıyısı olan bu yere getirme kararı aldım. Ağaç öylesine uluydu ki, diktikten sonra arkadaki evlerden birinde oturan bir profesör beni mahkemeye verecek, "ağaçla önümü kapatıyor" diyerek şikâyetçi olacak, mahkeme kapılarını uzun süre aşındırmama yol açacaktı.
Ağaç, eski yerinde birine ait özel arazideydi. Önce ona gittim, "bunu buradan çıkartıp başka bir yere dikmek istiyorum, dedim.
-Al, dedi.
-Bunun karşılığında sana 3 verimli zeytin ağacı veririm, getirir arazine dikerim, dedim.
-Olur, dedi.
Ağırlıkçıyla zaman yitirmeksizin işe koyulduk. İlkin kökün çevresinde epey bir geniş kazı işlemi yaptık. Ardından uzun uğraşlarla, 7 saatte ağacı yerinden çıkarttık. O arada hemen yeni yerine taşıyıp dikmemiz mümkün olmadığından ağacı köklediğimiz yere yatırdık.
Ağacı odun olmaktan kurtarmak için yoğun çabaya girişen Basri Saka, öylesine duru bir dille anlatıyordu ki; olanı biteni, öykü tadında dinlerken heyecanım katlanmıştı. Mordoğan, Karaburun silme böyle yaşlı, güngörmüş zeytin ağaçlarıyla doluydu ama nedense; yerel yöneticiler de dahil, bu anıt ağaçların oldukları yerleri belli bir konuma getirmeyi, dahası hiç olmazsa üzerlerine bilgi verir levha asmayı akıl edemiyordu. "Bunlardan bizde çooook var!" anlayışı, geri kalmışlığı vb. vb. daha ne diyeyim... 

-Peki, bu ağacı yerinden çıkarttığımızda kurur, kurursa acı çekeriz, diye düşünmediniz mi?
-Hayır. Kurumayacağını biliyordum. Kökte yumruları olduğu için kolay kolay kurumaz. Yirmi gün kadar yatırdığımız yerde kaldı ağaç. Ardından bir gün araca yükledik. Baktık ki Mordoğan girişinde elektrik, telefon telleri engel oluyor, üst dallarını budadık. Önceden hazırladığımız yere nihayet getirmiştik. Diktik. Ondan sonrası ayrı bir işti. Hiç aksatmadan her gün tankerle tatlı su getirip hem gövdeyi olduğu gibi sularken, köküne de damlama yöntemiyle sürekli su verdim. 2005'in Haziran ayında dikmiştik, Temmuz ayı sonuna kadar böyle suladım durdum. Bir yandan da her gün gövdesini merak ve heyecanla milim milim tarıyorum; bir yeşerme, filizlenme var mı diye aranıyorum. Nihayet temmuz sonu ilk filiz sürgünüyle karşılaşınca ne ölçüde sevindiğimi varın bir gözünüzün önüne getirin. O gün bugündür ağaç yeni yerini sevdi, filizleri çoğaldı, deliceleri oluştu. Bu arada Ziraat Fakültesi'nden hocalar incelediler, iki bin dört yüz yaşında, dediler.
    
Bilirsiniz Mordoğan ile Karaburun'a özgü, hurma adı verilen, hiçbir işlem gerektirmeden dalında oluşan bizim hurma zeytinimiz vardır, işte şimdi bana o hurma zeytinini meyvesi olarak veriyor.

Yâni sizin, benim anladığımca 2000 yıllık zeytin ağacı artık İzmir'in bir rengi...
Basri Saka, Mordoğanlı bir işadamı. Taahhüt işleri yapıyor. Aynı zamanda doğa tutkunu. Şimdiye değin pek çok türde ağaç dikmiş. Hâlâ diktiğini söylüyor. En büyük tutkusu ağaç dikmekmiş.
    
-Şimdi, diyor, Karaburun'un bir köyünde bir çınar ağacı var. Gövdesinin içi oyuk. Bir yatak, 4 sandalye, bir masa koy, alır, işte öylesine büyük. Muhtarla konuştum. Onu da uygun bir yere taşımak istiyorum. Böyle gözden ırakta olması beni huzursuz ediyor. Hani arkadaşlarım odun var diye haber vermişlerdi ya, oduna kurban giderse diye huzursuzluğum. İstiyorum ki herkesin görebileceği bir yerde olsun. Muhtar henüz izin vermedi.
     
*
Bu yazı sayın muhtara arzuhaldir aynı zamanda. İzmirimizin renklerinden birisi olan ulu çınarın, odun olmaması için doğa aşığı Basri Saka'ya verilmesi gönülden isteğimizdir.

Bu arada bir not: Mordoğan yerel yönetimi sonunda nasıl akıl ettiyse, Basri Saka'nın bulduğu kadar olmasa da yaşlı bir başka zeytin ağacını, getirip İskele Meydanı'nın ortasına dikti. Buna sevindim sevinmesine de ah akşamları gövdesinin pavyon ışıklandırması gibi aydınlatması olmasa... Deveye sormuşlar, boynun neden eğri? Yanıtı şöyle olmuş: Nerem doğru ki!