Lütfü Dağtaş-Ankara'da, Küçükesat'a yeni taşınmışım, yanımı yöremi pek bilemiyorum. İlk o sokaktan geçtiğimde çok şaşırmıştım. Şimdi şaşırma sırası sizde! Ankara'da yetişmeyen, yetişmediği için bilinmeyen, Ankara'da yaşayan İzmirlilerin ahla, vahla, özlemle andıkları o meyve bardacık, İzmir'e özgüdür ama İzmir'de değil Ankara'da sokak adıdır; buna şaşılmaz mı? Belki başkentin sokaklarına ad verenler bardacığın tadını biliyorlardı ki, bu adı bir özlem sonucu taktılar. İşte o gün bugündür Ankara Küçükesat'taki o sokak, Bardacık adını hem gizemli hem de mağrur taşır.
    
Bilmeyen bilmediği için kısa yoldan bardacığı gördüğünde 'incir' der, geçer. Oysa bardacık ile incir arasında pek derin bir fark vardır ki, bilinmesi gerekir.
    
Bardacık, 'cık' ekini almasına yakışan bir biçimde ufacık amma diri bir meyvedir. Tombullara özgü yuvarlaklığı, biraz da sapının uzunluğu dolaysıyla armudiliği vardır. Dışı yemyeşil olur. Olgunlaşmasıyla birlikte meyvenin kabuğu çat çat çatlar, çatlaklıklardan beyazlıklar çıkar. O beyazlıklar da incecik açıldığında içinin koyu kırmızılığı dış görüntüdeki albeniyi katlar, tada doğru serüvenli doyumsuz bir yolculuk başlar.
    
Dahası İzmir ikliminde incirden önce erkenden olgunlaşır, dalından kopartılır, ballı tadıyla yenir; incir ardından gelir. Dolayısıyla azdır, değerlidir, yoğun tadı dolaysıyla ağızlarda ayrı bir lezzeti kalır ve kolay kolay bulunmaz. Eh, fiyatı mı, doğal ki incire göre biraz yüksekçedir.
İncire gelince; incirin anavatanı, Batı Anadolu'dur. Günümüzde Muğla'nın üzerinde bulunduğu antik çağın önemli uygarlığı Karya'ya ait bir meyve olarak kabul edilir. Latince adı Figus  Caricus Smyrnensis'dir.
    
Batı toplumları açısından incir 'egzotik' bir meyve olarak görülüyor olsa da, ABD'nin Kaliforniya kıyılarında yetiştirilmeye başlanan Smyrna (İzmir) incirinin bu yeni kıtadaki adı nedir bilir misiniz? Kaliforniya Bardacığı! Yani Calymrna. Kaliforniyalı taddaşlarımız, bardacıklarını bizler gibi kabuğunu soyarak taze taze yerler. Az balından çok tad alırlar; sevdikleri bir meyve türüdür.
    
Biraz tarih ve arkeolojiyle ilgili olanlar bardacık ile incirin Ege'nin Antik Çağ'dan günümüze uzanan sofra kültüründe ayrı bir yeri olduğunu bilirler. Başta Efes Yamaç Evleri'nin mozaikleri olmak üzere değişik lahitlerin üzerlerinde bu ballı meyve hem kendisi hem de yaprağıyla yer alır. Üstüne üstlük aynı zamanda Anadolu kültüründe sofralara ve deyimlere yerleşmiş şifalı bitki türüdür.
    
Adem'le Havva, cennetten kovulduklarında, o yerlerini, 'Cennet Meyvesi' olarak anılan incir yaprakları ile örtmüşlerdi. İnsanlığın ilk giysisi olan bu yapraklar, üç dinin de kutsadığı incir ağacından koparılmıştı.
    
İncil'de adı fazla fazla geçen ağaç olan incir ağacının cennette olduğuna inanılır. Kuran-ı Kerim'de ise 'incir' adını taşıyan bir sure bulunmaktadır. Torbalı yakınlarında kurulu Metropolis'te bulunan bir yazıta göre; Bereket Tanrıçası Demeter, 'Sonbahar meyvesi' olan inciri biz ölümlüler için yaratmıştır. İncir, Eski Yunan'da Olimpiyat atletlerine antrenman yemeği olarak sunulmaktaydı.
    
Mısır Kraliçesi Kleopatra'nın en gözde meyvesi de incirdi ve ne yazık ki incir dolu sepetteki yılan nedeniyle öldü.
    
Ağustos ayında olgunlaşır bardacık, eylülün on beşine değin de dalından kopartılarak yenir. Ayrıca Balçova semtine sırtını dayamış Gödence yerleşim yerinin bulunduğu Kızıldağlar'da ekim sonunda bile bulunabilir. Yine İzmir Bucalılar da geçmişte yetiştirdikleri bardacıklarıyla övünseler de yoğun yapılaşmaya dayalı arazi talanı sonucu kaçının ağız tadında kalmıştır, işte o bilinmez.
    
Bardacık; sarılop, göklop, bardakça, morgül, karayaprak, kır karası, güz moru adlarıyla 750 incir çeşidi arasında sıralanan bir meyve türüdür.
    
Bardacık ve incir meyvesi, tadı denli sağlık yönüyle de öne çıkar. İçerdiği mineral ve vitaminlerle insan sağlığı açısından bulunmaz bir besin kaynağıdır. Özellikle kalsiyum, demir, magnezyum, fosfor, B1, B2 , A ve C vitaminleri içeriyor olması önem taşır. İncirin, içerdiği mineral ve vitaminler dolayısıyla cinsel yönden güç kazandırıcı bir özelliği olduğuna inanılır.
    
İğlek, erkek incire verilen addır. İncirin erkeği ve dişisi ayrı ağaçlarda bulunur. Günümüzde bazı yerleşim yerlerinde iğlek pazarları kurulur. Bu pazarlardaki iğlek simsarı ya da aracısı, ya da kayaf veya gayafından iğlek alan çiftçi, iki iğleği yarım metre kadar uzunlukta iple birbirine bağlar, fır fır çevirerek dişi incir ağaçlarının dallarına fırlatır. İğlek takılı kaldığı dalda yarılmaya başladığında sinekler erkeği dişiye döller. Doğal döllenme için, 200 dişi ağaca karşın bir erkek ağaç dikilmesi yöntemdir.
    
Becerikli kadınlar ise mevsiminde topladıkları ya da pazardan aldıkları iğlekleri itinayla soyar, kireç suyuna banar, şekerle tadlandırarak kaynatır, nefis bir reçel elde ederler. Erbabı, buz gibi buğulanmış rakısına bu iğlek reçelini meze yapar.
    
Tadı denli görüntüsüyle de albeni yaratan bardacık ya da incir için şair olanın eli durmaz, şu satırları kaleme alır:
siyah incirim benim
yarıldıkça şelaleşen...