Lütfü Dağtaş-Yani bugün bloklarla kaplı bataklık yerlere. Bir çocuk bataklıkta ne mi yapar? Akşam üzerleri Körfez'in kıyılarından balık yakalamak için olta sallayacağız ya, yem olarak kullandığımız kırmızı kurdu bu bataklıklardan çıkartıyoruz da ondan buralardayız. Bizim mahalleden deniz kıyısı yönünde hemen on dakika yürüdükten sonra evler biter, her yanı sarmış deniz börülcelerinin bulunduğu tuzlu geniş topraklarda, ayaklarımız hafifçe gömülerek yürürdük. Annelerimiz haşlayıp da zeytinyağı, limon suyu ve sarımsak eşliğinde sofraya getirme alışkanlığında olmadıklarından bu deniz börülcelerinden hiç toplamazdık. Şimdi, olsa da yesek, diye iç geçirdiğimiz deniz börülceleri, sofraların lezzet ve sağlık yönüyle ah, ne varsıllığıdır öyle... Bostanlı'nın, balık yemi olarak kullandığımız kurtları çıkardığımız bu bataklıklarının çamuru yapıştı mı kolay temizlenen türden değildi. Üzerimizde şort, çıplak ayakla girerdik. Korkacak bir şey yoktu; çünkü çamur, öyle pek fazla bir derinliğe sahip değildi. Aslında oltalarımıza gelsinler diye dört gözle beklediğimiz kaba isparozlarla, kaba lidaki ve çipuralar minik canlı yengeçlerin tutkunuydular. Bu yengeçleri iğneye taktığımızda kesin boş çekmezdik ama ben o yufka yüreğimle, yengeç yavrusunu iğneye geçirmeye kıyamazdım. Bugün düşünüyorum da, iyi ki kıyamazmışım, diyorum. Şimdi ne zaman deniz kıyısında, kaya üstlerinde boy vermiş ince uzun yosunların suyun ince gelgitleriyle salınışları içersinde yengeçler görsem, çocukluğumda canlarını yakmadığım için onların hızlı hızlı yürüyüşlerini mutlulukla izliyor, çocukluktaki yufka yüreğime alkış tutuyorum.
      
1960'larla 1970'lerin ıssız Bostanlı'sında anılarımda yer tutan bir yer de, Bostanlı Deresi'nin denize kavuştuğu noktadaki kumsal alandır. Buradan denize girer, Körfez'in temiz sularında doyasıya yüzerdik. Aslında Karşıyaka İskelesi'nin sağı da solu da bütünüyle sığ ve tertemiz bir kumsaldı. Deniz gelgitlerle çekildiğinde kıyıdan beş on metre uzaklıklarda ortaya çıkan küçük kumsal adacıklar bize ayrı keyif verirdi. Dere'nin ağzındaki plajımızın açığında da oluşan bu adacıklara yürüdüğümüzü, oralardan denize girdiğimizi çok iyi anımsıyorum.
       
Plansızlığın sonuçlarından birisi olan çarpık yapılaşmanın getirdiği türlü sorunlar ne yazık ki küçük dalgaların kıpır kıpır olduğu güzelim kıyıların kumsal olarak uzayıp giden doğal kimliklerini yitirmesine yol açtı. Balıkçıların, Karşıyaka Yelken Kulübü'ne ait mendireğin yanındaki kumsaldan çektikleri ağlarından güzelim yosun kokusuyla birlikte gelen bereketin taşanını biz çocuklarla paylaştıkları ve sıklıkla Körfez'de karşımıza çıkan yunus balıkları da dahil anlattıklarımıza genç kuşakların kaçı inanıyor, demeyeceğim; gösterdiğimiz fotoğraflara bile inanıyorlar mı, onu düşünüyorum.

        *
Şimdi düşünüyorum da; İç Körfez'in, yaş olarak yetişemediğim için, Bayraklı plajı hariç Bostanlı'sında, İnciraltı'nda, Güzelyalı ve Karşıyaka sahillerinde yüzerek o mutlu yılları yaşamış biriyim. Bu anlamda hala daha Körfez'in tadını çıkartıyor, Büyük Körfez'in ağzındaki Karaburun Yarımadası üzerinde bulunan plajlardan, Mordoğan'dan, karşıda da Eski Foça yerleşim yerinden denize girebiliyorum.
        
Karşıyaka sahili demişken unutamadığım bir yer de; Girne Bulvarı'nın tam karşısında şimdi Yunuslar Heykeli'nin olduğu noktadır. Eskiden Güzelyalı kıyısı gibi Karşıyaka sahilinde de sıra sıra dizili 2 katlı evlerin ahşap iskeleleri bulunurdu. Bu evlerde oturanlar, söz konusu ahşap uzun iskelelerden denize girerler, sandallarını bağlarlardı. Yunuslar Heykeli'nin olduğu yer doldurulmadan önce kıyının en büyük ve tek beton iskelesine sahipti. İlerleyen zaman içersinde bu iskeleler tümüyle yıkıldıkları için o beton iskelenin üzerinde yer aldığı beton bacaklar suyun içersinde kalmıştı. Dokuz adet oldukları için biz buraya 'Dokuz Kayalar' adını takmıştık. Hepsinin üzeri her zaman siyah midye dolu olurdu. Bu midyelerin tutkunuyduk. Kıyıda ateş yakar, ateşin üzerine koyduğumuz tenekenin üzerine dizer, piştiklerinde afiyetle yerdik. Yine bu midyeleri balık avlarımızda yem olarak değerlendirirdik. Kıyı boydan boya doldurulunca; bizim Dokuz Kayalar'ın üstü de dolgunun altında kalmıştır, diye düşünmüş, o algıyı kafama yerleştirmiştim. Aradan yıllar geçtikten sonra bir gün Bostanlı İskelesi'nde vapurdan inip Karşıyaka'ya kıyıboyu yürümeye koyulduğumda, Yunuslar Heykeli'nin bulunduğu yere geldiğim sıra, biraz da istem dışı yavaşladım ve Dokuz Kayalar'ın olduğu tarafa, suyun içersine baktım. O da ne, bir an için düş görüyorum sandım. Dokuz kayalardan son ikisi dolgunun uzağında kalmış, suyun altından yine siyah midyeleri ve üzerlerinde salınan yosunlarıyla bana, 'Hişt, biz buradayız, biz buradayız' diyorlardı. Birden hem çok heyecanlandım, hem hüzünlendim. Epey oyalandım o gün Dokuz Kayalar'dan kalan ikisinin görüldüğü kıyı noktasında. İster istemez anılarla birlikte geçmişin derinliklerine yuvarlanıp, Karşıyaka kıyılarında hiç yitmeyecekmiş gibi belleğimize kazınmış gül, yasemen, ful, hanımeli, yosun kokusunu da birazdan duyacakmışım gibi beklemeye başladım. Çok mu şey istemiştim sizce?

      
Neyse
*
Şimdi, o yılların Karşıyaka anılarını paylaştığım arkadaşlarımla karşılaştığımda, 'Size bir müjdem var!' diyor ve Dokuz Kayalar'dan son ikisinin orada bizleri beklediğini söylüyorum. Bu müjdem karşısında dostlarımın da gözlerinin parladığını görmek beni ayrıca mutlu kılıyor. 
      
Gerçekten bugün de Körfez'in kıyısında en doyumsuz yerlerden birisidir Bostanlı sahili. Balıkçı tekneleri, köpekleriyle kıyı boyu geziye çıkmış olanlar, bisikletliler, imbatla eğilerek pek güzel görüntü oluşturan ağaçlar, Bostanlı Deresi'nin ağzında, kendilerine taşınan ekmek artıklarıyla beslenen martılar, tepeli pelikanlar ve onların arasına karışmaktan çekinmeyen kumrularla güvercinler hoş bir tablo yaratırlar.
       
Bu tablonun fotoğrafçılara, ressamlara, müzisyenlere, heykeltıraşlara, balet ve balerinlere ilham vermesini diliyorum.