Lütfü Dağtaş-Nasıl sıkılmasın ki, pek çok kahramanın canlarını seve seve vermeleri üzerine kurulu Cumhuriyet'i inkar eden, Önderimiz Yüce Atatürk'ün adını yeminli biçimde ağzına almayan, hükümet olarak iktidarı döneminde devletin polisini halkının üzerine süren, kendisiyle birlikte ekibinin yolsuzluklarıyla ilgili savları gülünç yanıtlarla karşılayan birisi cumhurbaşkanı seçilmişti. O ilk dakikada televizyonu kapattım, kütüphanemden, Memet Fuat'ın hazırladığı "A'dan Z'ye NAZIM HİKMET" (*) kitabını çekip aldım. Nedense, kitabın 'zaman dizini'nin başladığı 337. sayfasını doğrudan açıp okumaya koyuldum. Dizin, 20 Kasım 1901 günü Nazım'ın Selanik'te doğumundan başlıyor, 5 Haziran 1963 günü Novodeviçiy Gömütlüğü'nde toprağa verilişiyle noktalanıyordu. Dizin; Cumhuriyet döneminde, bir kültür insanına, onunla birlikte nice aydına çektirilen tarifsiz acıların bir özetiydi. Yine dizin; bunca acıyı reva gören yönetimlerin işbaşında olduğu ülkemde, bugünkü cumhurbaşkanlığı seçimi sonucuna şaşırmamam gerektiğini ortaya koyan bir belgeydi aynı zamanda.  Ardından Doğan Avcıoğlu'nun, 'Türkiye'nin Düzeni' adlı kitabı geldi usuma. Doğan Hoca, bu kitabında, geri kalmışlığımızı incelemişti. Yaşasaydı, bugüne getireceği daha ne çok bilgi, belge olacaktı, onu düşündüm. Bir de, bir de Dr. İhsan Ünlüer'i anımsayıverdim. Neydi, gazetedeki haftalık yazılarının klişe başlığı? 'Oku Oku Budur Sonu'. Gülmece yazınımızın bu usta kaleminin; toplum olaylarına bakarken ahmaklığı, bilgisizliği, düzenbazlığı, sömürüyü taşlama, alay ve iğnelemelerle güldürerek, düşündürerek sergilediği yazılarının toplamıdır aynı başlık altında topladığı kitabı. O zaman hemşehrimiz, mizahçı İhsan Ünlüer'den sözetmenin tam da sırası değerli okur. Ne demişti kendisiyle yapılan bir söyleşide, 'Sizin için en büyük felaket ne olabilirdi?' sorusuna verdiği yanıtta? 'Bisturimin elimden alınması, kalemimin kırılması, sesimin kısılması ve yazılarımın karalanması.' Buyurun, huzurlarınızda Dr.
İhsan Ünlüer!

Büyük olasılıkla 60'lı yıllar... İzmir'in Konak alanı. Alan bugünkü görüntüsünde değil. İskele daha geride; Belediye Sarayı, Merkez Bankası, yanındaki Sümerbank henüz yok. Yani bu beton yığınları henüz canım İzmir'in merkezinin Körfez'den görüntüsünü bozmamış. Ya da İzmir'den Körfez'in görüntüsü yara almamış! Kemeraltı'nın ağzından Devlet Hastanesi'ne doğru SSK Blokları denilen ucube beton yığını da öyle kalas gibi yatmıyor; çünkü bu bloklar da yok! O yıllar işte. Anlatıyor Dr. İhsan Ünlüer:
...Doğduğum İzmir kentindeyim (d.1926 LD.). Konak Alanı'ndaki Milli Kütüphane'nin önünden geçerken genç bir yaşlı adam çarptı gözüme. Aydınlık yüzü, upuzun boyu, bembeyaz saçları ve elinde kitapla dolu iki filesi vardı. Bakışlarım istem dışı takılmıştı bu genç yaşlıya. Bir yerden anımsıyordum sanki onu. O da dikkatle bakıyordu. Birdenbire basbariton bir sesle bağırdı adam:
-Merhaba!
-Afedersiniz, siz Halikarnas Balıkçısı mısınız?
-Ya ne sandın ya?
-İzlanda Balıkçısı sandım.
Güldü ve ekledi:
-Nükteli bir adama benziyorsun sen.

1970'li yıllar. Üniversite yıllarım. Cumhuriyet gazetesini her gün alıp okuyorum. Gazetenin birinci sayfasına göz atar atmaz arka sayfalarda hemen bulup okuduğum yazar Dr. İhsan Ünlüer. Yanlış anımsamıyorsam haftanın iki günü yazısı yayımlanıyor. Tıp hekimi olduğunu biliyorum ama bu yanı beni ilgilendirmiyor. Köşesinin adı: 'Oku Oku Budur Sonu!' Günceli mizahla karıştıran müthiş kıvrak bir kalem. Üstüne üstlük çizimi de var, yazılarına yine kendi elinden çıkma karikatürleri de şıpın işi konduruveriyor. Gerçekten keyif alıyorum yazılarını okurken. Eskilerin deyişiyle müptelasıyım. 1990 yılının 4 Nisan'ında yaşama gözlerini kapattığını gazete haberi olarak okuduğumda; Dr. İhsan Ünlüer için çok üzülüyorum. Onu özleyeceğimi iyi biliyorum. İçinde bulunduğumuz, kaostan kaosa sürüklendiğimiz, yaşamakta olduğumuz ortamın mizahi değerlendirmesini onun kaleminden artık okuyamayacağıma da ayrıca yanıyorum. Bu gerçekten bir boşlukta kalma duygusu.
Yazılarını iki kitapta toplamış. 'Sevgi Aşk ve Tutkularımız' (1972), 'Oku Oku Budur Sonu' (1978).
Ölümünün ardından kadın doğum uzmanı olmasının dışında operacı, yazar, mizahçı, çizer, radyo programcısı İzmirli hemşehrimiz Dr. İhsan Ünlüer'i de, ne acıdır ki, unuttuğumuz bir süreç başlıyor. Ara ara usuma geliyor, günlük toplumsal tıkanıklıkların tanığı olduğumda, tıpkı Aziz Nesin gibi, sonra koşuşturmacada kafamdan silinip yitiyor. Ta 20 Şubat 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, onu anımsayıp hakkında bir sayfalık güzel bir yazı kaleme alan, kendisinin de hekim olduğunu düşündüğüm Zeynep Erdoğan'ın metniyle karşılaşıncaya değin.
O nedenle İzmir'in Topaltı semtinde doğan, yazılarında sıklıkla gurur duyarak söz ettiği babası Ayakkabıcı İsmail Usta ile ev kadını Hediye Hanımın, son derece renkli kişiliğe sahip oğulları Dr. İhsan Ünlüer'i de İzmir'i Sevenler Kulübü başlıklı dizi yazıya mutluluk ve gururla ekliyorum, geleceğe bir iz kalması adına...
Mizaha nasıl başladığını şöyle anlatmış bir röportajında Dr. İhsan Ünlüer:
Tıpta 'sıvak' dediğimiz bir tabir vardır. Mesela şu ıhlamurun içine aspirini atarsınız... Bu, aspirinin sıvakı olur. Yani ilacı kamufle eden şey. Belirli bir konuyu anlatmak istiyorsunuz. Mizahı buna sıvak yapıyorsunuz. Ben de hekimliği anlatmak istiyorum. Bunu mizaha sıvadım. Mizah zaten tek başına olduğu zaman mizah değildir. Böyle başladım.

Yaptığım araştırmalar sonucu, onunla ilgili yayımlanmış yazılarda, tıp eğitimini seçmesinin nedeni olarak yoksul bir kunduracının oğlu olmasından hareketle, maddi sıkıntı yaşatmayacak bir meslek vaat edeceği düşüncesinin yattığını okuyorum. Ancak önce eğitimi, ardından da icra ettiği mesleği sırasında içindeki mizah duygusuyla resim yapma ve şarkı söyleme tutkusunu asla ötelememesi kişiliğinin sağlam yanı. Resim ile karikatüre kendini o denli vermiştir ki, tüm cerrahi resimlerini ve tıp konusundaki karikatürlerini tam dört kez İstanbul'da, bir kez de Akşehir'de Nasrettin Hoca Festivali'nde, uluslararası düzeyde sergiler.

Yaşamını hekimlikten kazanıyor olsa da karikatür ve mizah yazılarını ikinci bir uğraş olarak kararlılıkla sürdürmektedir. Bir gün Doğan Nadi'den Cumhuriyet'e düzenli yazma önerisi gelir. Ağırlıklı olarak tıp konularını mizah yoluyla ele alacaktır. Yazılarına başlar, çoğu zaman işlediği konuyu çarpıcı kılan karikatürlerle bezer onları. Bu işte büyük başarı elde eder. Öyle ki, geniş bir okur kitlesi oluşur. İşte o müdavim okurlarından biri de ben olurum, Dr. Ünlüer de benim vazgeçilmezim olur. Sonuçta, yazılarından derlenen 'Oku Oku Budur Sonu' başlıklı kitabı birkaç yılda yedi baskı yapar.
Bir ara İstanbul Radyosu'nda söyleşi proğramları yapmış, bunları söylediği şarkılarla süslemiştir. Öyle ki sonraları Sinema Eleştirmeni Attila Dorsay, bir tango yorumunu bulup yayımlamıştır. Bir de opera sanatçılığı vardır İhsan Ünlüer'in. Sahneye bariton olarak çıkar.

Üniversitedeki kadın doğum hocası Tevfik Remzi Kazancıgil'in yüreklendirmesiyle doktorluk  ve opera  sanatçılığını bir arada yürütmeye başlar. Kimi zaman ameliyattan kalan talk pudrası, hastaneden çıkıp sahneye koşan İhsan Ünlüer'in makyaj malzemesi olacaktır. İhsan Ünlüer; müzik kariyerini İstanbul Devlet Opera Stüdyosu'nda beş yıl, İtalyan Kültür Derneği'nde üç yıl şan ve müzik dersleri alarak yapar. Madam Butterfly operasında oynadığı Amerikan Deniz Teğmeni Benjamin Franklin Pinkerton başrolüyle haklı bir üne kavuşur.
                      
1960 sonrası üniversiteden uzaklaştırılmıştı

İhsan Ünlüer, o sıralar, 27 Mayıs 1960 sonrası üniversiteden uzaklaştırılan 147 öğretim üyesinden biri olduğu için hekimlik görevini yapamamaktadır. Geçim sıkıntısı olduğundan bir ilaç firmasına kapağı atar. İlaç firması Amerikan firmasıdır. Bu Amerikan ilaç firması yaptığı iş anlaşmasında, çalışanlarına başka bir işle uğraşmalarını yasaklamıştır. Operadaki rolünün kimsenin dikkatini çekmeyeceğini ve böylece iki işi bir arada yürütebileceğini düşünür. Ama durum farklı gelişir. Ünlüer, nereden bilsin operada başrolü alacağını; adının sokak ilanlarında afişe edileceğini... Oyunun gala gecesinde İstanbul'daki pek çok Amerikalı doldurur salonu. Gerisini Ünlüer'den dinleyelim:
Durum hoş olmadığından ve Amerikan İlaç firmasındaki işime son verilme korkusuyla üzgündüm. Ama sahnedeki rolümle, çalıştığım firmanın milliyeti arasındaki özdeşlik bana teselli veriyordu. O gece temsil başladı; ilk perde: 'Dünya doludur bin türlü heyecanla, bir Amerikan denizcisine vatandır her yer' aryasını attım. Böylece aryanın sonunda dünyanın her ülkesinin sahanlığına demir atan uçarı Amerikan askeri olarak Amerikan konsolosu mister, şapkasıyla birlikte Amerika şerefine kadeh kaldırarak allegretto bağırmento makamında 'America Forever! -Yaşasın Amerika' diye birinci perdeyi tamamladık. Çiçekler ve alkışlar... oyun bitti.
  
Eve dönüşte öğrenir ki; Amerikan Deniz Teğmeni Benjamin Franklin Pinkerton rolündeki başarısıyla alkış alan Dr. Ünlüer, o günkü süksesine karşın fark edilmiş, ardından da firmasındaki işinden atılmıştır.
Sınıf arkadaşı Cerrah Tarık Minkarı, Dr. Ünlüer'i anlatıyor
Fakülte sıralarındayken iki hocamı çok sevmiştim: Prof. Koswig ve Prof. Schwartz. İkisi de 1933'te Almanya'dan gelmiş, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde görev almışlardı. Prof. Schwartz, babacandı, öğrencilerini sever ve korurdu, şaka yapmaktan hoşlanırdı. Derse tepsi üstünde, formol içinde kurumuş, büzülmüş organlar getirir, bizleri masanın etrafında toplar, onları bize tek tek gösterir, anlatır, öğretirdi. O gün masanın üstünde kurumuş pankreas ve karaciğer dokuları, ayrıca şeffaf bir bardak içinde, limoni bir miktar sıvı vardı.

Hoca gözlerini üstümüzde dolaştırdıktan sonra kurbanını seçti. İhsan'ı aşağıya çağırdı. (İhsan Ünlüer askeri tıbbiyeli, uzun boylu, atletik, üstüne okka gibi oturmuş elbisesiyle ilah gibiydi. Sonraki yaşantısında doktor, jinekolog, artist, Carmen'in Don Jose'si, yazar, karikatürist, mukallit, hayat dolu bir dostumdu.) İhsan aşağı indi, Hoca bir elini İhsan'ın omzuna koyduktan sonra dersi anlatmaya başladı:
'Bakın çocuklar, sizin kuşak çok talihli! Şimdi idrarda şeker olup olmadığını anlamak için birkaç damla ilaç damlatmak yetiyor. Halbuki benim babamın devrinde doktor idrarda şekerin olup olmadığını anlamak için onu tadardı,' dedi ve masanın üstündeki bardağın içine parmağını batırdıktan sonra onu yaladı. Bizim soluğumuz kesildi, iğrendik. İhsan'a döndü, onun gözlerinin içine baka baka, 'Haydi çocuk, sen de yap!' dedi. İhsan dondu kaldı, parmağını bardağa doğru uzatamadı. Hoca ısrar etti: 'Haydi çocuk, ben denedim, ölmedim, sen de dene!' İhsan utandı, sıkıldı ama direnemedi. İstemeye istemeye sağ elinin işaret parmağını bardağa batırdı ve sonra onu iğrene iğrene yaladı. Hoca sinsi sinsi güldü. Bize dönerek, 'Hekim, her şeyden evvel çok iyi bir observatör olmalıdır' dedi. Sonra parmaklarını göstererek, 'Ben bu parmağımı batırdım ama şu parmağımı yaladım. Halbuki genç arkadaşımız aynı parmağını batırdı, aynı parmağını yaladı!'
Hepimiz şaşkın şaşkın bakarken bu kez hoca uzandı, içmeye başladı. Yarısına gelince kadehi İhsan'a uzattı. 'Güzelmiş' dedi. 'Hadi sen de iç!'
İhsan suratını buruşturdu ve öğürdü.
Hoca sakin, 'Şerbet güzel, niçin kusuyorsun?'
İhsan inanmadı ve içmedi.
Hiçbir derste bu kadar eğlenmedim.
İyi etmedik mi Topaltı semti doğumlu hemşehrimiz hekimimizi anmakla. Onun yazdıklarıyla çizdiklerine bir göz atın bakalım. O zaman bugün yaşadığınız bu 12. Cumhurbaşkanlığı seçim sonucuna bu denli sıkılmayacaksınız. Ha, çözüm aramaksa, evet, çözüm aramaya evet ama can sıkıntısına ve çaresizliğe düşmeye hayır. 
Yaşadığı kent İstanbul, Kadıköy'de onun adını bir sokağa verdi, ben de İzmir'i Sevenler Kulübü'nün renkli sayfalarına neon ışıklarıyla yazdım. Işık içinde yatsın, sevgi ve özlemle, derken 'Oku Oku Budur Sonu' kitabından alıntıyla noktalayalım.
Kan ağla zavallı memleketim, kan ağla!
Güçlü zorbalık oturt sapasağlam temellerine;
İyiliğin yüreği yok sana karşı durmaya Yap yapacağın kötülüğü: Her hak senin artık.
Dr. İhsan Ünlüer