Lütfü Dağtaş-Kemal Amcamız, Çiğli Askeri Havaüssü'nde, hava pilot subayı çıkacak öğrencilerin uçuş öğretmenliğini yapıyordu. Güzide Yengemiz ise kiracısı oldukları evin bahçesinden denize gire çıka derileri kayış gibi olmuş, çocuk yaşlarına karşın yüzmede hayli ustalaşmış, benden iki üç yaş büyük Osman ile kızkardeşi Ufuk'a yemek pişirmekten dolayı mutfaktan çıkamayan ev kadınıydı. Devlet Demiryollarında hareket memuru olan babam Nevzat Bey, annem Merdiye Hanıma, 'Hadi Kemal Ağabeylere gidiyoruz, hazırlanın!' dediğinde içimi ayrı bir sevinç kaplardı. 1960'lı yıllar. Daha Konak-Üçkuyular arası sahil doldurulmuş, Mustafa Kemal Paşa Sahil Yolu yapılmış değil. Kirada oturdukları ev, Güzelyalı Parkı'nın tam karşısında 2 katlı Moralı Ailesi'ne ait bir binanın alt katı. Bahçe, bahçeye bitişik deniz ve Kemal Amcamızın, her gün iş dönüşü evdeki insan sayısının yiyeceği miktarda çipura yakalamak için suya indirdiği ahşap sandalı unutamadığım bir Güzelyalı natürmortu olarak sürekli belleğimde ışıyor. Bir de evin diğer cephesinin baktığı anayoldan sürekli geçen, elektrik enerjisiyle çalışan troleybüslerin yankılanan lastik sesi. Yol boyu uzayan birbirine paralel çift kablodan oluşan enerji hattına, aracın üstünden yaylı bir metal aksam uzatılır, troleybüs böylelikle çalışırdı. İzmirliler, bu aksama 'Boynuz', troleybüslere de, 'Boynuzlu' derlerdi. Boynuzlar sık sık enerji akımı aldığı çift kablodan kurtulur, araç bir anda yolda kalır, sürücü iner, kabloya yerleştirme işlemini yapar, tekrar yola koyulurdu. İlk yıllar otomobil sayısı fazla olmadığından bu yolda kalmalar kanıksansa da daha sonraki yıllarda iki üç dakikalık beklemeler bir anda araç yığılmalarına, dolayısıyla trafik sıkışıklığına yol açtığından troleybüsler istenmez olmuş, gazetelerin okur mektubu köşesinde hemen her gün, egzoz dumanı çıkarmadığı için çevreci olan İtalyan yapımı araçların seferden kaldırılmaları isteği yönünde yazılar yayımlanmıştır. Ülkemizde, İstanbul ve Ankara'nın ardından İzmir Belediyesi'ne Bağlı ESHOT bünyesinde çalışan troleybüsün en son kaldırıldığı tarih 6 Mart 1992'dir.  
    


Evet, Kemal Amcamızın Çiğli'deki görevinden çıkıp Güzelyalı'daki evine geldiği akşamüstü saatinde, troleybüslerin çalıştığı caddeye bakan odada yatırıldığım öğle uykusundan uyanmış olur, bahçeye çıkardım. Kemal Amca, ahşap teknesini suya indirir, hayli uzun olan kürekleri, teknenin sağ ve sol ortasındaki yuvalarına yerleştirdiği ıskarmozlara takar, olta takımlarını ve dönüşte içinde kesinkes balık bulunacak örme sepetini alarak babamla birlikte Körfez'in ortasına doğru açılırdı. Öyle pek gözden kaybolmazlardı. Onlar avlanırlarken Osman ile kardeşi Ufuk, kıyıdan denize atlar, yüzer yüzer yüzer, dönüşte de birbirlerine hortum tutarak tuzlu sudan arınır, yıkanmış olurlardı. Ben onlardan daha küçük olduğum, henüz yüzmeyi de bilmediğim için zamanımı onları seyrederek geçirmek durumundaydım. Kemal Amca ile babam, denizde fazla kalmazlar, dönüşte balık sepetini uzatırlarken, 'Bu akşam yiyeceğimiz kadar çipura tuttuk' derlerdi. Balıkları temizlemek de Kemal Amcamın işiydi. Sofrayı Güzide Yengemiz annemle birlikte hazırlardı. Çoban salatayı kim yapıyordu onu anımsamıyorum. Kemal Amcamın, çipuraların pullarını temizlemesi çok özenliydi. Karşımda sanatkarane bir iş yapılıyor ve ben onu seyrediyordum. Aynı şekilde bir elinde çatal, diğerinde bıçak, balığın etini kılçığından gayet güzel kurtarıp ağzına atması da sanatkaraneliğini adeta tamamlıyordu. Aslında tamamlıyordu, diyerek görüntüyü erken sonuçlandırdığımın, dolayısıyla hata yaptığımın farkındayım; bahçe duvarına minik minik vuran dalga sesleri ve iyot kokusu içersinde dudaklarını kadehe nazikçe değdirerek buzlu rakısını inceden yudumlaması tamamlıyordu, dersem daha doğru anlatmış olurum. Balığı ben de çok seviyor olmama karşın, Amcamın yemesini hayranlıkla seyretmekten kendimi asla alamıyordum. 

Bir gün babamın anneme haber verdiği ana değin bu güzel günler böyle sürdü. 'Kemal Ağabeyin Ordu'ya tayini çıkmış, taşınacaklar' dediğinde, yaşım öylesine küçüktü ki, 'Yiyeceği kadar balık tutan bir avcının' boşalttığı Güzelyalı Sahili'nden bir yıldızın kaydığını çoooooook yıllar sonra anlayacaktım.