Lütfü Dağtaş-Başından bu yana, sizin de hakkını teslim edeceğiniz bir gerçek sanırım şudur: Yoğun bir İzmir sevgisi. Bu sevgi harmanı içersinde deniz, doğa, ünlü ünsüz insanlar, semtler dile geldi, bunlarla ilgili anılar, yer yer fotoğraflarla taçlanarak paylaşıldı. Kendi adıma son derece memnunum.
Ancak bir iki gerçeği de vurgulamadan geçmek olmaz. Ne acıdır ki, ülkeyi yönetenler, sanatçıların gerisinde kaldıkları için, bugüne birikmiş, çoğu içinden çıkılmaz sorunlar yumağının oluşumunda başrolü üstlendiler. Giderek yönetimler daha zaaflı hal aldıkları için bu da çaresizliği beraberinde getirmekte. İzmir de bundan payını hiç şüphesiz aldı. Şimdi özellikle yoğun içgöçün baskısıyla kent olarak bunalmış durumdayız. İzmir'in çeşitli sorunlarından birisi, gündelik yaşamı son derece yakından ilgilendiren ulaşım sorunu. Körfez'de, karayolunda ve demiryolunda büyük açmazlar yaşıyoruz. Zamanında planlama olmaması bir yana bazı çözümler üretilebilecekken o bile görmezden geliniyor. Üniversitelerin, sanayinin yaygın olduğu, turistik ögeleriyle öne çıkan bir kentte toplu ulaşımın ayağı daha kuşlar bile uykuya varmazdan önce kesilirse ne olur? Ne olacak, koca bir kent mezrada bir köy olur. 12 Eylül askeri darbesinin mimarı cunta da insanların ayaklarını sokaklardan kesmek için benzer yöntemi uygulamamış mıydı?
Kültürel anlamda da İzmir, sahip olduğu içdinamikleri yeterince değerlendirebiliyor mu, bunun da ulaşımla birlikte sorgulanması gerekiyor. Kültürel yapıya zemin oluşturacak altyapıdan yoksunluk işin bir diğer önemli ayağı.
Sporda da öyle. Varsa yoksa İzmir'in birinci futbol liginde takımının olmadığı konusu. Spor salt futbol mu? Kitlelerin spor yapmalarını sağlayacak gündem maddeleri üzerinde niye hiç konuşulmuyor? Konuşulmaz, çünkü futbol kitleleri edilgen kılar. Bireysel spor ise sağlıklı beden yapısıyla birlikte sağlıklı düşünmeyi de beraberinde getirir. Eh, bu da egemenler açısından tehlike oluşturur. Şu Körfez'in dört bir yanında su sporlarının, özellikle yetişme çağındaki gençler tarafından yapılamıyor olması son derece hazindir, kahredicidir.
Anımsamakta zorluk çekmeyeceksiniz; Koca kent İzmir, kent arıtmasına bile daha yenilerde kavuştu. Ne demişti yakın geçmişin anlı şanlı bir belediye başkanı: 'Deniz kirlenir mi?' Arıtmaya yeni kavuştu da ona bağlı çamur kurutma ünitesine daha dün kavuştu. O konuda yine yakın geçmişte nasıl paralandığım gözlerimin önüne geliyor. Şimdi yine Körfez'e kıyı bir yer olan Mordoğan'da, İzmir ölçeğinde zamanında ne yaşadıysam onu yaşıyorum; arıtma tesisinin kurulacağı yerle ilgili itirazlarımı yapıyorum ama şimdilik duvarlara çarpıyorum. Ben bu filmi görmemiş miydim, görmüştüm.
İzmir'deki bir rahatsızlığım da, kamuoyunda, 'Basmane Çukuru' olarak adlandırılan yerle ilgili. Bir dönem belediye başkanlığı görevinde bulunmuş Sayın Yüksel Çakmur, burasının özünde kamunun malı olmasından hareketle verdiği savaşımda son derece haklı. Çünkü orası bir zamanlar Kültürpark'ın parçasıydı, yol geçince ayrıldı ama birilerinin ucuza kapatmaları için değil. Şimdi de sürekli gözlediğim; yaban yaşamı için (serçeler, kırlangıçlar ve saz bitkileri) doğal bir alan. Özellikle kuşlar çukurda öylesine güzel yaşam sürüyorlar ki, burasının gökdelene kurban edilmesi açıkça cinnet geçirmedir.
Diğer bir rahatsızlığım; Bayraklı Bölgesi'nin, iş merkezi anlayışında çokkatlılara kurban edilmesi. O çokkatlılar, görgüsüzce uzanmıyorlar mı sizce gökyüzüne? Bence uzanıyorlar. O da cinnet geçirmenin bir diğer görüntüsü. Buradaki insan, çevre, imbat, rüzgâr, hava vs. öylesine göz ardı edilmekte ki...
Kentte 'anıt gibi duran' diğer bir ayıp, Alsancak Liman'daki viyadük ayakları. Bu Liman'a yanaşan turist gemilerinden karaya ayak basan konuklara bu ayakları nasıl çeviriyor rehberler, onu yaman merak ediyorum. Bana, bize öyle geliyor ki, birileri hâlâ, biricik Kordon'umuzdan otoyol geçirmenin hesabı içersindeler. Yakışıyor mu o ayakların varlığı ve niye yıkılmıyorlar?
Ha, bir de, Konak Pasaport arasındaki tarihi mendirekte de gözleri olanlardan söz etmeliyim. Orada yapılacak her işlem gözü dönmüş bir hırsın ifadesidir.
*
Neyse, nokta!
Diziden sonra içinizi fazla karartmak istemem. İsterseniz sözü burada noktalayayım siz müzik dinleme aygıtlarınızın sesini birazcık açın ve Arjantinli bandoneoncu Astor Piazzolla'nın parçalarını, güz serinliğinin yarattığı bu güzel havalarda rahatça dinleyin; iyi gelecektir.
Esenlikler diliyorum değerli okurum ve teşekkür ediyorum.
Bir selamım da, İzmir'i Sevenler Kulübü'nde adları geçen değerlere; onlara da selam olsun!