Lütfü Dağtaş-O zaman değerli öğretmenimle yine Beydağ'daki dağ köylerinden, herkesin anasından müzisyen doğduğu Işıklar'a birlikte gidişimizi, ardından öğretmenim İzmir Karataş'taki ünlü İsmet Gazinosu'na çocukken ilk nasıl ayak bastı, onun öyküsünü anlatmanın sırasıdır.

Işıklar diye bir köy var uzakta

Bir sabah saati, sanırım kış ayağını salladı sallayacaktı, yola koyulduk Mestan Öğretmenimle. 'Çoluk çocuk hepsi anasından müzisyen doğuyor ama Roman değiller' demişti. Beydağ'ın dağlarında bir dağ köyü olan Işıklar'a gidiyorduk. Dar, virajlı yolları sis içersinde geçtik ve Işıklar'a ulaştık. Yolumuza çıkan birileriyle merhabalaştık, ikram ettikleri çaylarını içtik. Kimdik ve niye mi gelmiştik; anlattık. Derken, 'Gasteci gelmiş!' sözü bir anda köyü dolaştı, eline enstrümanını alan olduğumuz yere toplandı. İçlerinde çocuklar da vardı ama hepsi erkekti. Kızlar müzisyen değil mi, diye sormadan edemedik. Evet, onlar da müzisyendiler ama müzik erkek işiydi! Nasıl oluyor da köyün tüm nüfusu böyle müzik yeteneğine sahip diye, mucizeyi anlamak için bir soru sorduk. Çaylarımızı içip ayaküstü söyleşirken elbet işin bilimsel yanını aktaracak kimse yoktu. 'Kulaktan' dediler. Peki, nota bilen yok mu? İçlerinden iki genç atıldı, 'Biz şan eğitimi aldık' yanıtını verdiler. Sonra? Sonra cümbüş, darbuka, keman bir olup, açık havada, kısa da olsa (çünkü çisil çisil yağmur başlamıştı) konser verdiler. Biz de alkışladık, içtenlikle alkışladık. Peki, bu müzisyenlik nereye uzanıyor, diye son bir soru daha sorduk. 'Nazilli havalisinde tüm düğünler bizden sorulur!' dediler. Mestan Öğretmenimle Işıklar'dan pek mutlu döndük, dönerken de, 'En kısa sürede yeniden gelelim, daha uzun kalalım' kararını aldık. Karar, aldığımızla kaldı!
    
*
    
Daha önceki yazımda Mestan Öğretmenimi tanıtırken, 'Kendisiyle dalga geçebilen, yaşamla barışık kimliğinden de öğrenmelerim oldu.' demiştim. Boyu hayli kısa olduğu için en çok bununla dalga geçiyordu. Kıs kıs gülüşü çok hoştu. İzmir'in, geçmişteki ünlü gazinolarını dert edinmiş, o konuda bir çalışma yapıyordum ki yine imdadıma yetişti, 'Babam, otel odasında beni berbere sünnet ettirdikten sonra Karataş'taki ünlü İsmet Gazinosu'na götürmüştü' demez mi... Güle yaza bu öyküyü de Mestan Öğretmenimden dinledim, şimdi paylaşmanın zamanıdır.
    
Efendim, İzmir'de, 1960'lara uzanan zaman diliminde ünlü bir gazino da, Körfez manzaralı, imbat rüzgarına açık, deniz üstündeki ahşap iskeleye kurulu İsmet Gazinosu'dur. Zaman zaman yabancı müzisyenlere de sahnesini açmasına karşın; İsmet Gazinosu'nu, Kordon'daki Şehir ile Sibel gazinolarından ayıran en büyük özellik alaturkaya yer veriyor olmasıdır. O yıllarda gazetelerde yer alan ilanlara baktığımızda İsmet Gazinosu'nun şöyle takdim edildiğini görürüz: Serin hava... Ucuz temiz meze... Güzel nezih eğlence...

Öğle bir gazinodur ki, Hafız Burhan Üstat, mikrofonsuz şarkı söylediğinde, sesi Değirmendağı'ndaki evlerde pek güzel dalgalanmaktadır. Aylı gecelerde parmağındaki yüzüğün taşından yansıyan ışık yine buradaki evlerden görülmektedir. Yemekli-yemeksiz hizmet veren İsmet'ten Hafız Burhan ile Deniz Kızı Eftelya dışında başka kimlerin geçtiğini de sıralarsak, gazinonun önemi daha iyi anlaşılır: Münir Nurettin Selçuk, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Selim. Müzeyyen Hanımın bizzat kendi ağzından, 1942 yılında İsmet'te şarkı söylediğini duymuşluğum vardır. İsmet'i bir başka bölümde anlatmak üzere gelelim Mestan Öğretmenimin sünnet olayına.

'İsmet Gazinosu'nun bendeki yeri başkadır!'

Böyle diyor Mestan Yapıcı ve ekliyor: Nasıl başka olmasın ki! Ailenin tek oğlu olarak İzmir'de sünnetimi yaptıran babam, erkekliğe ilk adım atmamın şerefine beni, o gece İsmet Gazinosu'na götürmüştü...
    
Dinliyoruz:
    
Yıl 1938. Ödemiş Beydağ'da Kerimoğlu olarak tanınan, hali vakti de yerinde olan babam Mustafa Bey, öyle törenlerle filan arası iyi olan birisi değildi. Biz; biri erkek, dördü kız beş kardeştik. Babam tuttu elimden, beni aldı İzmir'e getirdi. Öyle Fadime annemin müdahalesi filan da söz konusu değil. Diktatör bir adamdı babam. Kestelli Caddesi'ndeki Yıldız Oteli'nin bir odasını babamla birlikte tuttuk. Odayı tuttuktan sonra doğru Başdurak Camii'nin oradaki, beni sünnet edecek olan berbere yollandık. Babam berberle konuştu, berberi alıp oteldeki odamıza geldik. Öyle sünnet kıyafetim de yok. Babam seremoniyi, merasimi pek sevmezdi. Onu çağırdın, bunu çağırmadın muhabbetlerinden yaka silkerdi. Ben otel odasında sünnetimi oldum. Biraz yattım. Akşam aldı babam beni, doğru İsmet Gazinosu'na. O sıra Körfez'de de deniz kuvvetlerinin gemileri var. Gazino, denizci asker dolu. Hiç unutmuyorum, o zamanın parasıyla bir bardak çay 125 kuruş. Sahnede şarkı söyleyen sanatçı da Hamiyet Yüceses. Bahriyeli şarkısını söyleyip tüm bahriyelileri coşturmuştu. İsmet Gazinosu'na bu nedenle gittim. Ertesi gün de yine akşam, bu kez Fuar'a götürmüştü babam.
    
Nüktedan, hoşsohbet, bilge eğitimci Mestan Yapıcı öğretmenimizin de bu satırları, o çok yakışan kıs kıs gülüşüyle okuduğuna inanıyor, kendisini bir kez daha sevgi, saygı ve özlemle anıyorum.

NOT: Yine Mestan Öğretmen ile ilgili ilk bölümde, yazarı olduğu 'Kabak Yemekleri' kitabından da söz etmiştim. Adet olduğu üzere, kitap yemekleriyle ilgili yazılarda bir de yemek tarifi verilirse de ben öyle yapmayacak, kitabın yine kabak üzerine bir başka bölümünden bir tekerlemeyi Mestan Öğretmenin anlatımından paylaşacağım. Şöyle ki: Savaştepe Köy Enstitüsü'nün tarım alanı geniş ve suyu bol olduğundan kabak, kolay ve bol yetişiyordu. Öğrencilerin beslenmesinde de kabak yemeği çok yapılıyordu. Öğrenciler bıkmış olmalı ki, 'Otur kabak kalk kabak/Müdür, bu işin çaresine bak' diye bir tekerleme yapmışlardı.