Lütfü Dağtaş-Benim övünç duyduğum bir ağabey dostum oldu. Adı Mestan Yapıcı. Daha önce İzmir'i Sevenler Kulübü'nde sizlerle tanıştırmıştım. Tanıdığımda ilköğretim müfettişliğinden emekliydi. Anadolu'da görev yaptığı sürece dolaştığı, kaldığı yerlerin değerlerini, folklorunu araştırmış, notlarını tutmuştu. Bir gün bana 'Şemsiyeli Çeyiz Alayı'ndan söz etti ve yollara düştük. Yok, öyle Anadolu'nun ücra bir yerinde değil, Tire-Selçuk yolu üzerindeki birkaç köyümüzde yaşayan gelenekti Şemsiyeli Çeyiz Alayı!
    
Yaşlıydı Mestan Öğretmen. Fazla kilosuna bir de soluk darlığı eklenmişti. Ama köy yollarına düştüğümüzde kentteki yorgun insan gitmiş, adımları devleşmiş, heyecan dolu köy öğretmeni gelmişti!
    
Tire kent merkezine girmeden Selçuk yazan yön levhasından saptık, hafif virajlı bir şosede; sağımız solumuz meyve ağaçları, yemyeşil bir dokuda epey ilerledik. Ardından köyün adını gösteren levha çıktı karşımıza, bu kez o yöne dönüp bu kez dağ yolunda, yine şosede tırmanmaya başladık.
    
Bir dağ köyüydü Başköy. Dar sokaklar, iki ya da tek katlı evler... Sağımız solumuz incir ve ceviz ağaçlarıydı. İlkyazın incir yaprağı filizleri güneş ışığında hafif sarı yeşil renkte pırıl pırıldılar. Sonunda tek aracın sığabildiği toprak yoldan en tepedeki damadın evine vardık.
Damat evinde yoğun bir çalışma vardı. Sofralar kuruluyor, sofralar kaldırılıyor; genç kızlarla delikanlılar masalar arasında servis için koşuşturuyorlardı. Hoş biçimde karşılandık, ellerimiz sıkıldı, hemen bir masaya buyur edildik. Birazdan yola düşülecek, hediyeler kız evine götürülecekti. Bir yandan yemeğimizi yiyor, bir yandan da nedir şemsiyeli çeyiz alayı, nasıl bir gelenektir, tarihi neye dayanır, bunun bilgisini almaya çalışıyorduk.
    
Tarihçesi konusunda pek öyle tutarlı bilgi yoktu ortada. Kendilerini bildiler bileli, damat evi, kız evine giderken bir gece önceden köyün kadınları damat evinde toplanmakta, gelirken yanlarında getirdikleri bildiğimiz şemsiyeleri açarak, geline gidecek hediyeleri üzerine çengelli iğnelerle tutturmaktaydılar. Düşünebiliyor musunuz, onlarca açılmış şemsiye; üzerinde ambalajlı ambalajsız çoraptan iç çamaşırına türlü hediyeler... Bir de sinilere tatlı tabakları konulması geleneği vardı.
    
Yemekler yendi bitirildi. Kadınlar az önce taşıtımızla güçlükle geldiğimiz toprak yolda aşağıdaki köy yönünde sıraya girdiler, her biri eline bir şemsiye almıştı. Yağız delikanlılar ise içleri tatlı tabağı dolu sinileri kucakladılar. Damat en öndeydi. Elinde, birazdan aşağıya indiğinde kendilerini karşılayacak gelin hanıma vermek üzere bir çiçek buketi tutuyordu.
    
Derken kalabalıktan birisi elindeki av tüfeğini havaya kaldırıp ardı ardına üç el ateş etti. Ses tepeden köye doğru yankılandı yankılandı dağıldı. Çok geçmedi bu kez köyün içinden av tüfeğinin patlama sesi geldi. Oradan da üç el ateş edilmişti. Oğlan tarafı tüfek ateşiyle, 'Biz yola çıkıyoruz' demiş, kız tarafı da 'Sizi karşılamaya hazırız' yanıtını vermişti.
    
Kadınlar, genç kızlar, çocuklar, erkekler; güzel rengarenk giyimleriyle neşe içinde yola koyuldular. En önde damadın dedesi, arkasında siyah takım elbisesi içinde, elinde kırmızı güllerden oluşan buketiyle damat, damadın sağında ve solunda elleri sinili delikanlılarla artları sıra şemsiyelerle hediye taşıyıcısı teyzeler, halalar, bacılar, kuzenler, komşu kadınlar, komşu kızlar düzgün sıra halinde yürümeye başladılar. Davul zurna ya da bir başka müzik aleti çalınmıyor. Yamaçlardaki zümrüt yeşilliği içersinden kuş seslerini duya duya yürüyoruz.
    
Damadın babası Hasan Hüseyin Akçay, nişanlı kızın evine bu ilginç hediye taşıma töreniyle ilgili olarak bilgi veriyor:
    
Bunun adı nişan götürmedir. Biz bu pazar günü, oğlan tarafı olarak kız tarafına gömleğinden ayakkabısına, çamaşırından havlusuna, yemeğine, tatlısına hediyelerimizi götürmedeyiz şimdi. Kız tarafı ise haftaya pazar aynı biçimde böyle tek sıralı bir kafile oluşturup yürüyerek gelecek ve bu defa bize hediyeler getirecek. Gördüğünüz gibi kadınlarımız bir gün öncesinden giysileri, örtüleri, çorapları, gömlekleri bu şemsiyelere teğelleyerek ya da çengelli iğnelerle tutturdular. Kız evine vardığımızda nişanlı kızımız; annesi, babası, akrabaları ve komşuları bizi karşılayacaklar. Evin önünde sinileri ve şemsiyeleri tek tek kızımıza vereceğiz. O da arkasında duran annesine uzatacak. Elden ele aktarılacak hediyeler böylelikle herkesin görmesi sağlandıktan sonra ev içine konulacak. Ardından da oğlumuz nişanlısına elindeki çiçek demetini sunacak ve birbirlerini sarılıp öperek kutlayacaklar. Hemen ardından da önceden hazırlanmış, sandalyeleri sıralanmış yerimize geçeceğiz. Burada kız tarafının düzenlediği orkestralı kına gecesi var. Orada da oynayacak, dans edeceğiz. Sonbaharda da incir, zeytin hasadının ardından nasipse düğünümüzü yaparız.

Arazisi en geniş köy


Tire'nin toplam 67 köyü var. Nişan töreni dolayısıyla konuk olduğumuz Başköy, bu köyler içersinde en fazla arazisi olan köymüş. Köy halkının babalarının, dedelerinin yörük olduğunu öğreniyoruz. Tire tarafına bakan batı yakasındaki sivri bir dağın tepelerini işaret ediyorlar bize, 'Karşıda gördüğünüz yerin adı Kayalık Yaylası'dır. Atalarımız bu yaylada hayvancılık yaparlarken, şimdi içinde bulunduğumuz bu köye inip yerleşiyorlar. Ancak geldiklerinde burada yaşayanlar var. Vadinin ortasından geçen akarsuyumuzun üzerindeki biri sağlam kalmış, hâlâ kullandığımız, diğerleri yıkılmış eski taş köprüler ile köy dışındaki peygamberimizin sülalesinden olan Kureyşliler ve Maşatlık mezarlıkları kalıntıları buradaki yerleşimin çok eskilere dayandığını ortaya koyuyor' diye anlatıyorlar.

Takı bolluğu

Tekrar nişan törenine dönüyoruz. Damat Mestan'ın babası, incir yetiştiricisi ve tüccar Hasan Hüseyin Akçay, anlatmayı sürdürüyor:
Dürüstlük meyvesi yemekle bitmez! Ben sıfırdan bugünkü varlıklı durumuma geldim. O nedenle oğlum Mestan'ın evliliği için hiçbir fedakârlıktan kaçınmadım. Bugün vereceğimiz nişan hediyelerinin dışında düğün öncesi geleneğimiz gereği gelinimize şu takıları takmamız gerekiyor: 10 adet Adana burması bilezik, 5 adet beşibiryerde, 2 metre uzunluğunda 6 numara burma köstek, çifte kulaklık küpe, set gerdanlık, söz bileziği ve yüzük. Yine oğlanın babası olarak bir incir bahçesi ile ev vermek zorundayım. Bunların dışında kendimden bir de Toros binek aracı hediyem oldu. Ayrıca kız tarafı dağıtsın diye 200 kilo baklava ile 30 çift ayakkabı vereceğiz. Kız baklavası yiyenler kıza birer hediye verirler. Kız tarafı ise giyim kuşam dışında kızla oğlana beyaz eşya alır.

İki tür nişan töreni

Başköy'de, nişan törenleri iki şekilde düzenlenirmiş: 'Atkılı' veya 'takılı'. Atkılı olan yönteme göre, nişan yerine gelen konuklar, hediyelerini önceden gerilmiş ipe sererlermiş. Köy halkının iki üç saat boyunca seyrettiği bu hediyelerin asılması sırasında kız tarafından, ağzı iyi laf yapan bir kadın çığırtkanlık yapar, 'filancadan şu, filancadan bu!' diye gelen hediyeleri bağırırmış. Bugün burada uygulanan ise, 'Akçay' ve 'Akkuyu' ailelerinin karşılıklı anlaştıkları 'takılı' yöntemmiş.

Güneşin, tepelerin ardında yitip vadiye akşamüzeri loşluğunun indiği sıra, köy içinde çeyiz şemsiyeleri ile 25-30 siniden oluşan yiyecekleri tek sıra halinde taşıyan; damadın dedesinin önderliğindeki kadınlar, delikanlılar ile akraba ve komşular; kızın babası Murat, annesi Nazmiye Akkurt ve nişanlı kız Nursel tarafından karşılandılar. Nişanlı kız Nursel, kendisine her uzatılan sini ve şemsiyeyi ardında bulunan annesine tek tek aktarırken, yine kız tarafından bir kadın, sini ve şemsiye taşıyanlara ayrı ayrı bahşiş veriyordu. Hediye töreni bittiğinde ise orkestralı eğlence başlayacaktı. Bu kez tıpkı kentlerdeki gibi karşılıklı oynayıp erkekli kadınlı dans edeceklerdi.
    
Nusrel ile Mestan'a bir yastıkta kocamaları dileğiyle nişan törenlerinden ayrıldığımızda 2002 yılının Nisan ayıydı. Hemen bunu izleyen güz mevsiminde çağrılı olmamıza karşın düğünlerine gidemedik ama ara ara Tire'ye yolum düşende sormadan edemem:
Sizin buralarda, dağ köylerinizde Şemsiyeli Çeyiz Alayları geleneği sürüyor mu hâlâ?
    
Hâlâ sürdüğünü söylerler bana...