Yeni bir yıla girerken yeni kararlar almak, adetimizdendir. Gıcır gıcır ajandalarımızın tertemiz sayfaları, heveslendirici ve ümit vericidir. Günlerimizi eski yıla göre daha anlamlı bir şekilde doldurmak, yaşam kalitemizi yükseltmek, daha iyi, mutlu ve sağlıklı olmak için adımlar atmak isteriz.

Belki düzenli spor yapmak, sigarayı bırakmak ya da erken yatmak için kendimize söz veririz. Veya daha çok para kazanmak, başarılı ve ünlü olmak için hayaller kurar, planlar yaparız.

Hepsi kulağa hoş geliyorsa da, yetişkin hayatı üzerine yapılmış belki de en uzun süreli araştırma, insanın mutluluğu ve sağlığını belirleyen unsurun bunlardan biri değil, yakın ilişkiler olduğunu ortaya koydu. Harvard Yetişkin Gelişimi Çalışması (Harvard Study of Adult Development) kapsamında, 724 kişinin hayatı 77 senedir yıldan yıla izleniyor.

Çalışmadan çıkan temel sonuç, iyi ilişkilerin bizi daha mutlu ve sağlıklı kıldığı, yalnızlığın ise öldürdüğü. Aileye, arkadaşlara, topluma sosyal bir şekilde daha bağlı olan insanlar daha mutlu, bedensel olarak daha sağlıklı bir hayat sürüyor ve çevresi göreceli olarak sınırlı kişilerden daha uzun yaşıyorlar. Nispeten yalnız olan insanlar ise daha mutsuz; bu kişilerin sağlıkları orta yaşların başlarında bozuluyor, beyin fonksiyonları daha erken geriliyor ve yaşamları daha kısa oluyor. Diğer yandan, yakın ilişkilerimizin sayısı değil, kalitesi önemli. Örneğin, şiddetli geçimsizlik yaşanan bir evlilik, sağlığımız için zararlı.

O halde, yeni yıla girerken, ilişkilerimizin niteliği ve hayatımızdaki konumunun yanı sıra, yakınlarımızın yaşamlarındaki rolümüz üzerine düşünmek, anlamlı olabilir. Zihnimizi, büyük entelektüellerin arkadaşlık, aşk, babalık gibi alt başlıklardaki fikirleriyle açabiliriz.

En yakınlarımızdan, bize kendimizi güvende hissettirmelerini bekleriz. Filozof, filolog, kültür eleştirmeni, şair ve besteci Friedrich Nietzsche, “İnsanca, Pek İnsanca” kitabında, bu konuyu şöyle ele alıyor:

“Bir uçurumun tepesinde yürürken veya derin bir çayın üzerindeki kalası aşarken, parmaklıklara gerek duyarız; tutunmak için değil (çünkü bizimle birlikte hemen çökecektir), görsel bir emniyet elde etmek için. Bunun gibi, gençken, bize parmaklık görevi sağlayacak insanlara gerek duyarız. Gerçekten tehlikede olup onlara yaslanmak istesek bize yardım etmeyeceklerdir; ama bize yakındaki koruma duygusunun rahatlığını sağlarlar (örneğin, üçünü de bildiğimiz biçimde babalar, öğretmenler, arkadaşlar).”

Nietzsche’nin büyük bir hayranı olan şair, filozof ve ressam Halil Cibran ise, en fazla bilenen eseri “Ermiş”te, aşkın özgürlük içinde yaşanması gerektiğini şiirsel bir biçimde anlatıyor:  

“Birbirinizi sevin ama aşkı sözleşmeye çevirmeyin.
Bırakın aşk, daha ziyade ruhlarınızın sahilleri arasında devinen bir umman olsun.
Birbirinizin kâsesini doldurun, fakat aynı kâseden içmeyin.
Birbirinize ekmeğinizden verin, fakat aynı somundan yemeyin.
Şarkı söyleyin ve raks edin birlikte ve pür neşe olun, fakat bırakın her biriniz bir başına olsun.
Tıpkı, aynı nağmeyle titreşiyor olsalar da bir udun tellerinin tek başlarına olması gibi.”

Roman ve hikaye yazarı Halikarnas Balıkçısı, “Mavi Sürgün” kitabında, gönlün akınca paldır küldür aktığını, seyrek ve idareli akmayı kabul etmediğini söylüyor ve arkadaşlığın doğasına dair düşüncelerini, nüktedan üslubuyla şöyle ifade ediyor:

"(...) Hani ya mevsim kurakmış da, ondan adam, soğan fidanının yanına dikilip, soğana: ‘Görüp göreceğin su bundan ibarettir!’ diyerek, soğanı ayıp bir tarzda sulamış. Dünyada felek de arkadaşı öyle verir. Arkadaşı verdi miydi de, a canım bunun burası iyi ama, şurası kusurlu diye düşünmemeli. Felek, Praksitel'in yonttuğu bir heykel gibi kusursuz yaratık yapmaz. Elbette kusurlu bir tarafı olacaktır. Ben bu kadar erdem verdim, karşılık olarak şu kadar erdemi isterim denmez. Dünya bakkal dükkanı mı?”

İyi ilişkilerinizin size güç verdiği, mutlu ve sağlıklı bir yıl dilerim.