Geçtiğimiz hafta sonu sonsuzluğa
uğurladığımız Yeşilçam'ın set fotoğrafçısı dostum
Güngör Özsoy'un aziz anısına


Malum "seçim yasakları" ortamındayız. Hadi yasağı ihlal etmeden bir yazı kotaralım da seçmenin kafası karışmasın. Yok, tek yanlı oldu, seçilecek ile seçimi yitirecek olanların da kafaları karışmasın!
          
Evet, Türkiye, bugün, yani 24 Haziran 2018 Pazar günü salt kendisini değil ABD'den Avrupa'ya, özellikle de  Orta Doğu coğrafyasını son derece yakından ilgilendiren bir seçimi yaşıyor. Sandığa, dolayısıyla demokrasiye hile hurda karışmaması, karıştıranların da cehennemde cayır cayır yanmaları yönündeki dileğimi iletiyor ve bu haftaki konuma geçiyorum.
          *        
Türk Sineması denildiğinde hemen diğer adı da söylenir: Yeşilçam.
Bir dönemi kapsayan Türk Sineması'nın, Beyoğlu'nda bir sokak olan Yeşilçam ile özdeşleştirilmesi yılların klişesidir.
1960'lar ile özellikle 70'li yılların Türk filmlerini anımsayanlar için "vamp" rollerde boy gösteren, adları denli alımlı ve şuh görüntüleriyle kaç kuşağın belleğine kazınan oyuncular geçiyor gözümün önünden: Neriman Köksal, Leyla Sayar, Aysel Tanju, Suzan Avcı, Sevda Ferdağ, Nebahat Çehre, Muzaffer Nebioğlu, Gülistan Güzey, Cavidan Dora, Mine Soley, hatta hatta Ajda Pekkan ve nicesi...
          
Evet, bu adlar anımsandığında, yazlık sinemaların tahta sandalyelerini doldurmuş kadınlarla, genç kızların; hepsi birer ayartıcı olan vamp oyuncuların, masum eşlerinin ellerinden erkek karakterleri alışları karşısında döktükleri gözyaşlarıyla birlikte ilenmelerini bir bir anımsıyorum.
          
Yaşları büyük erkek seyircilere gelince, onlar tabiatıyla vamp oyuncular işi ne denli ileri götürürlerse filmi o denli ilgi ve beğeni içerisinde izlerlerdi. Biz delikanlıların coşkusu ise bir başkaydı. Gözümüzü kırpmadan beyaz perdede olanı biteni izlerdik. Küçük erkek çocuklarına gelince, onlarda bir şeyler kımıldamaya başlamış olsa da olanı biteni pek anlayamamanın şaşkınlığı içerisinde anneleriyle, komşu kadınların film boyunca bitip tükenmeyen gözyaşlarına yine de üzülürlerdi.   
          


Kartal pençeli, atmaca bakışlı vamplar hep kazanır mıydı? Bazen kazanırlar, bazen de erkek karakter, ocağına yani sevgili eşine dönerdi.          
Dönen erkek karakterin başı önündeki ifadesi, "aldatıldım!" olurdu.
Ancak şu bir gerçekti ki, bu tür filmler hep yüklü gişe hasılatlarıyla yapımcılarını mutlu kılarlardı. Ey Amerika, Ey İsrail, Ey Fransa gibi "ey"ler bu filmlerin yapımlarına karışırlar mıydı, o üniversitelerin sinema bölümlerinin konusu, benim değil.
          
Bu seçim gününde, "vampları" konu ediniyor olmamın perde arkasında bir şeyler arayanlar çıkabilir ama sorun değil. Uzun yıllar Yeşilçam setlerinde usta işi fotoğrafçılık yapmış, bir döneme tanıklık etmiş arkadaşım Güngör Özsoy'u uzun süren hastalık sonucu yitirince can sıkıntısıyla dostum, ağabeyim, Türk Sineması'nın çetelesini son derece iyi tutmuş gazeteci Agâh Özgüç'ün kitaplarını karıştırırken aldığım notları paylaşıyorum sizinle. Yoksa sandıklar açıldığında ortaya pat diye çıkıverecek demokrasiye saygım sonsuz!
          
Agâh Özgüç öyle bir çetele tutmuştur ki, kütüphanemde, sinemayla ilgili kitapların yanı sıra onunkiler raflar doldurur. İşte birkaçı: "Türk Sineması'nın Marjinalleri ve Orjinalleri", "Türk Sineması'nda Yeşilçam Aşkları", "Türlerle Türk Sineması", "Türk Sineması'nda Cinselliğin Tarihi"...

"Vampirin dişisi vamptır!"

Okur olarak bu kitapları karıştırdığımda vampın, vampirin dişisi olduğu bilgisiyle karşılaşıyorum: "Vamp, vampir sözcüğünden üretilmiş sinemasal bir kadın karakteridir. Vampir, Drakula gibi kan emen sapık bir yaratık, vamp ise cinsel çekiciliği ile erkekleri baştan çıkarıp, sonra da onları acımasızca yiyen bitiren bir kadın tiplemesidir."
          
Peki, cinsel çekiciliği olan her kadın vamp mıdır? Değilmiş. Filmlerde uğursuz güzelliklerinin, dolayısıyla çekiciliklerinin simgeleri olarak vamp diye nitelendirilirlermiş.
          
Arkadan şu soruyu sorduğunuzu duyar gibi oluyorum: "Türk Sineması'nda vamp kadın rolleri ilk ne zaman görülmeye başlar?" Onun da yanıtı, "1917 yılında," diye veriliyor. Türk filmlerinin ilk vamp kadını Rum asıllı Madam Kalitea'ymış. Ama Agâh Özgüç, Madam Kalitea'dan önce Türk Sineması'nda erkekleri baştan çıkartan kötü kadının Eliza Binemeciyan olduğunu yazıyor. Eliza Binemeciyan, Madam Kalitea gibi Cumhuriyet Türkiyesi öncesinin azınlık kadın oyuncularından birisiymiş ve 1917 yılında genç gazeteci Sedat Simavi'nin yönettiği "Pençe" adlı filmde oynamış. Ama ne yazık ki bu filmden bir parça ya da fotoğraf günümüze ulaşamadığı için Eliza Binemeciyan yerine Madam Kalitea, "ilk vamp" olma unvanının taşıyıcısıymış. Bu kısacık tarihi bilginin ardından okurun, "Peki, vamp kadının fiziksel özellikleri neymiş?" diyerek sabırsızlandığını biliyor, hemen o konuya geçiyorum. Efendim, Madam Kalitea, kalın kara kaşlı, etine dolgun, ak pak, beyaz tenli bir hatuncukmuş. Ahmet Fehim'in, 1919 yılında yönetmen olarak çektiği "Mürebbiye" adlı filmde, Fransız dadı Anjel rolüyle, dadılık yaptığı köşkte tüm erkekleri sıradan geçirmiş!
         
Yine Yönetmen Ahmet Fehim aynı 1919 yılında Lale Devri'nin "fettan kadın"ı "Binnaz" rolüyle beyaz perdeye bir başka vamp kadın kazandırmış, adı Matmazel Blanche'mış. Filmin adının ise Binnaz olduğunu öğreniyoruz.
         
Cumhuriyet öncesi Türkiye'sinin vamp kadın oyuncularından bir diğerinin adı ise Beyaz Rus Anna Mariyeviç. Anna Mariyeviç, 1922 yılında Muhsin Ertuğrul'un yönettiği "İstanbul'da Bir Facia-ı Aşk" adlı film de "Şişli Güzeli Mediha" rolüyle kamera karşısına çıkmış. Türk Sineması'nda Cumhuriyet öncesi adları verilen diğer vamp karakter oyuncular şöyle sıralanıyor: Madam Sarmatova, Helena Artinova, Siranuş Aleksenyan. Görüldüğü gibi hepsi de yabancı uyruklu olan bu kadın oyuncuların saltanatı 1922 yılında sona ermiş. Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte Müslüman Türk kadınlarının sahneye çıkma ve filmlerde oynama yasakları kaldırılmış.
         
Agâh Özgüç, "Cumhuriyet'in ilanıyla Müslüman Türk kadın oyuncuları devreye girecektir," dedikten sonra Türk Sineması'nda ilk Müslüman kadın oyuncular olarak Bedia Muvahhit ile Neyyire Neyir'in adlarını yazıyor. Bu iki öncü kadın oyuncuyu daha sonra şu adlar izleyecektir: Feriha Tevfik, Emel Rıza, Şevkiye May, Halide Pişkin, Cahide Sonku, Melek Tayfur, Semiha Berksoy, Necla Sertel, Nevin Akaya, Perihan Yenal, Nevzat Okçuğil, Muazzez Arçay, Nevin Seval, Nezihe Becerikli, Oya Sensev, Nevin Aypar, Handan Adalı, Gülistan Güzey, Fatma Andaç, Nebile Teker, Suzan Yakar, Sezer Sezin, Hümaşah Hiçan, Ayla Karaca, Mesiha Yelda, Mine Coşkun, Neriman Köksal ve Nedret Güvenç... Bu adlar, 1923-1950 yılları arasında öne çıkan bizim ünlü kadın oyuncularımız olup büyük çoğunluğu tiyatro sahnelerinden beyaz perdeye transferle gelmişler.
       
Ancak çeşitli kadın karakterleri içeren bu bir dizi oyuncu içinde altları çizilmiş "masum kız" ya da "kötü kadın" ayrımı gibi bir saptama henüz oluşmamış o yıllarda. Erkek avcısı kadın, kötü yola, bara düşürülen kadın, birbirlerini sevenlerin arasına giren kadın, kocasına ihanet eden kadın ve aşkı uğruna intikam alan kadın öyküleri, bu ilk dönem filmlerinde yer alsalar da, vamp kadın, dolayısıyla "vamp kadın cinselliği"ne dönük "giz" henüz keşfedilmemiş.
       
Aldatma, ihanet ve baştan çıkarma gibi kışkırtıcı cinsellik sergilemeleri, çoğunlukla yan hikaye öykülerine dayanmaktaymış. Özellikle de kadın oyuncuların bu sahnelerde işlevleri sınırlıymış. Yan hikayelerin kenar süsü olmaktan da bir adım öteye geçemezlermiş. Ancak koşullar 1950'li yıllarda giderek değişince yavaş yavaş daha bir öne çıktıkları görülür olmuş.

S ü r e c e k