Türkiye'den burslu okumak üzere geldiği Almanya'da kimya mühendisliği öğrenimi gören, aynı zamanda edebiyat, tiyatro ve felsefe için dirsek çürüten İzmir Namazgâhlı Yüksel Pazarkaya'nın örnek almamız gereken yaşamı ile ilgili yazımı geçen pazar kaldığı yerden sürdürüyorum.
Türkiye'den Almanya'ya kimya öğrenimi için gelirken "dağarında" tiyatro tutkusunu da getirmiştir. Kendi değişiyle, "Moliere özentisi" ilk çocukça yazı denemelerini de valizindeki çamaşırlarının en altına koymuştur. Almanya'da ilk şiirlerini ve şiir çevirilerini, 1960 yılında, Stuttgart Öğrenci Derneği'nin organı Yaprak dergisinde, ayrıca Stuttgart Üniversitesi'nin öğrenci dergisi Notizen'in sayfalarında yayımlar. Peki, İzmir Namık Kemal Lisesi'nde İngilizce öğrenim gören Pazarkaya, Almancayı nerede öğrenmiştir? Şöyle yanıtlıyor:
"1959 Mayıs'ında Stuttgart'a geçmeden önce, Şubat 1958-Nisan 1959 arası Ren kıyısındaki Germersheim kasabasında, Mainz Üniversitesi'ne bağlı Yabancı Diller ve Tercümanlık Enstitüsü'nde hem Almanca öğrendim, hem de 1958/59 kış döneminde bizden sonra yeni gelen Türk öğrencilere enstitünün resmen öğretim görevlisi olarak Almanca dilbilgisi dersi verdim."

Şaka gibi değil mi? Yüksel Pazarkaya, henüz 18 yaşında üniversite hocalığına da adım atmış oluyor. Dahası, 18'inden yaş alıp reşitliğe de bu sırada adım atıyor! Burada kendisine en büyük desteği sağlayan kişi, dünyaca ünlü Türkolog Şinasi Tekin'dir.
Yüksel Pazarkaya, Almanya yıllarında İzmir ile ilişkisini kesmiş değildir. 1961-62'de, Yeni Asır gazetesinde ilk şiirlerini ve Almanya'da kaleme aldığı makaleleri yayımlar. İlk öykü denemeleri de, 1962 yılında Zeren dergisinde çıkar. "Öküz Eti" adlı öyküsüyle de, ünlü Varlık dergisine, 1 Ağustos 1963 tarihli sayısında adım atar. Artık derginin yayımcısı Yaşar Nabi'nin elinden tuttuğu gençlerden birisidir.

Yüksel Pazarkaya'nın ilk Almanya yıllarında, 2. Dünya Savaşı'nın mağlubu bu ülke, baş döndürücü biçimde yeniden yapılanma ve kalkınma hamlesi içindedir. Ama Doğu ve Batı olarak bölünmüştür. Batı Almanya, Doğu Almanya ile yarış halindedir. Yarışta, savaş sonrasının kalkınma hızına insan gücü yetmemektedir. Genç erkek nüfus savaşta kırılmıştır. Kadın istihdamının yüksekliği de yeterli işgücünü sağlayacak düzeyde değildir.
Batı Almanya'ya ilk yabancı işçiler 1955 sözleşmesiyle İtalya'dan, özellikle Sicilya'dan getirilmiştir. 1960 yılında bu kez İspanya ve Yunanistan'dan işgücü getirilmeye başlanır.

İki Almanya'yı ayıran duvarın yapımının üzerinden henüz üç ay bile geçmeden, 30 Ekim 1961 günü bu kez Türkiye ile adı Ankara Sözleşmesi olan sözleşme bağıtlanır. Artık sanayi, inşaat ve hizmet sektörlerindeki büyük işçi açığı bu kez Türkiye'den karşılanacaktır.

Yüksel Pazarkaya, işte bu Ankara Sözleşmesi'nin sonrasının tanığıdır. Bu tanıklığı, daha sonra bizi onun kaleminden çıkma, 1977'de yayımlanan "Oturma İzni" adını taşıyan öykü kitabıyla buluşturacaktır. Daha öncesinde şiirlerini ise "Almanya'da Bizden Çizgiler", başlıklı kitabında toplamıştır.
Yüksek öğrenim görmek için geldiği Almanya'da henüz reşit olmadan, 1966-1979 arası Stuttgart Üniversitesi'nde asistan olarak haftanın beş günü Almanca dersi, 1970-1985 arası Yabancı Diller Bölüm Başkanı olduğu Stuttgart Halk Yüksek Okulu'nda Alman ve Türk edebiyatı kursları, Amerika'da Princeton, Bryn Mawr, St Louis Washington ve Ohio State üniversitelerinde konuk profesör olarak Almanca dersleri veren, 2000 yılında Dresden Üniversitesi'nde poetika derslerine giren, Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi'nde de verdiği dersler sonucu onursal doktora sanıyla taçlandırılan Yüksel Pazarkaya'nın başarılarla dolu yaşamı hepimize örnek oluyor, değil mi?   
1972 yılında, "18. Yüzyıl Alman Edebiyatında Tek Perdelik Oyunların Dramaturjisi" konulu Almanca çalışmasını tez olarak veren, böylelikle doktor unvanını elde eden Yüksel Pazarkaya, Türkçesi ile Almancası arasındaki farka da şöyle değiniyor: "Türkçe doğuştan anam, yurdum; buna karşılık, Almanca sevgilim."
Almanya'da yaşadığı süreç içerisinde, 1980'de, Anadil adıyla iki ayda bir dergi de  yayımlayan Yüksel Pazarkaya, 17-25 Nisan 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen 15. TÜYAP Kitap Fuarı'nın Onur Yazarı seçilir.

Yazlarını Gökçeada'daki evinde, kışlarını ise Almanya'daki diğer evinde geçiren, bugün edebiyatımızda neferliğini sürdüren Yüksel Ağabey ile ortak hoş bir anımızla bu pazarki yazımı noktalayayım:
Oğlum Ekin, 1990'lı yıllarda, Anadolukavağı'ndaki Spor Akademisi'nin basketbol antrenörlüğü bölümüne öğrenci olarak yazılmıştı. Süreç içerisinde Kuzguncuk'taki kira evinden çıkıp bir başka kira evine taşınması gündeme gelince, eşim Nüket, İstanbul'a yollandı. Birlikte yeni bir ev bakacaklardı. Gittiğinin ertesi günü telefonla aradılar. Bu kez Kuzguncuk'a komşu Baltalimanı'nda, bahçe içinde üç katlı bir evin orta katını tutmuşlar. Ev sahibesi yaşlıca bir bayanmış. Kaporayı ödemişler. Karşılıklı çaylarını içerlerken sohbete koyulmuşlar. Ev sahibesi, "damadım gazeteci ve yazar. Almanya'da yaşıyor" deyince eşim, "benim de eşim gazeteci, İzmir'de" demiş. Kimmiş ev sahibemizin damadı, dedim. Yüksel Pazarkaya, yanıtını aldım. Gülmeye başlamıştım. Eşim, niye güldüğümü sordu. Kırk yıllık ağabeyim de, rastlantıya gülüyorum, dedim. Telefonu kapatır kapatmaz o sıra Almanya'da olan, Almanya'ya gittiğimde de evlerinin bahçesinde eşi İnci hanımın içten ağırlamasıyla yediğimiz akşam yemeğinde, rakı ikramını da, "özlemişsindir" diyerek ihmal etmeyen Yüksel Ağabey'e hemen şu e-postayı gönderdim:
- Yüksel Ağabey, merhaba. Saygıdeğer kayınvalidenizin Baltalimanı'ndaki evinin kiracısı olduk!
Aradan fazla zaman geçmeden Yüksel Ağabeyden, yine e-posta yoluyla şu yanıt geldi:
- Tanrı kolaylık versin!