Elli yaşında olma fikri çok etkiledi beni. Bugünlerde çok düşünür oldum, hayatı, zamanı ve ölümü. Düşündükçe de sıkıntı basıyor. Elli yaşın verdiği yaşlanma korkusuyla ilgili bir çeşit depresyon mudur, bilemiyorum. Ben tam da bunları sık sık düşünürken, ve evde de bu elli yaş meselesi sık sık konuşulduğu için herhalde, 17 yaşındaki kızım da bundan etkilenmiş olmalı ki, onun şu sözleri kafamı daha da karıştırdı;
-Baba, elli yaş bana o kadar uzak geliyor ki, ben hiç elli yaşında olmayacakmışım gibi hissediyorum dedi.
Aynı konuşmayı 35-40 yıl önce babamla yaptığım aklıma geldi. Bana da kırklı, ellili yaşlar çok uzakmış, zaman da hiç geçmezmiş gibi görünmüştü. Bir an önce büyümek istediğimi, biraz da üzülerek hatırladım.

Çok yakında bu dünyadaki elli yılımı bitirmiş olacağım ve şimdi ileri baktığımda 70-80 ki yaşlar hiç de uzak görünmüyor. Zaman eskisine göre çok hızlandı sanki. Bugünlerde sık sık, hayatı yaşlılığı ve ölümü düşünür oldum. Kendime hayatın anlamı ya da ölümle ilgili sorular sordukça, beni mutsuz ettiğini, içimi kocaman bir boşluk ve hüznün kapladığını farkettim. Elimden geldiğince bunları düşünmemeye çalışıyordum. Fakat geçenlerde çok ilginç bir şey oldu. Ailece Karadeniz gezisine gitmiştik. Kaldığımız otellerin birinde sabah kahvaltı ediyorduk. Duvarlarda Karadenizli insanların büyük boy resimleri vardı. Bunlardan bir tanesini gördüğüm andan itibaren, kendimi ona bakmaktan alamadım. Resimde çok yaşlı bir kadın, ahşap bir evin önünde, bir divanda oturuyor, bir yandan da tesbih çekiyordu. Rengarenk geleneksel kıyafetleri içinde, cam gibi masmavi gözleriyle bana bakıyordu. Uzun süre göz göze baka kaldık. Ama o sadece bakmıyor, aynı zamanda bana birşeyler anlatıyordu. Seksenli yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bu kadında, görmeyi beklediğim, ölüme yaklaşmış olmanın verdiği, vazgeçmişlik ya da hüzündü. Ama gördüğüm tam tersiydi. Hiç telaşsız, büyük bir kabullenmişlik ve huzurla tesbih çeken çok tatlı bir kadındı. Hayatın ona yüklediği bütün görevleri tamamlamış olmanın verdiği bir mutluluk okunuyordu sanki yüzünde ve gözümün içine bakarak bana şunları söylüyordu:
Hayatı her gün sorgulamanın, başında, sonunda bir anlam aramamın bir faydası yok. Bunlar insanın kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. İnsanı mutsuz eder sadece. Yapılması gereken şey, binlerce kez bıkmadan, usanmadan tekrar eden hayatın kısır döngüsüne teslim olmak, ve o kısır döngünün bir parçası olmayı kabul etmektir. . Nasıl ki güneş, kendine milyonlarca yıldır, niye her sabah doğup, her akşam battığını sormuyor, mevsimler milyonlarca kez tekrar edip durduğu halde bundan rahatsız olmuyorsa, insan da böyle bakmalıdır. Hayvanların yaptığı gibi içgüdüleriyle yaşamalı belki de. Çünkü insanın durmadan tekrar edip duran bu döngüyü değiştirebilecek ne yeteneği, ne de gücü var. Sadece hayatın sana verdiği görevleri keyifle yapmaya çalış. Ben öyle yaptım. Çok da şanslıydım. Her görevimi tamamladım ve bu yaşıma geldim. Kendimi kimseyle kıyaslamadım. Kimseden aşağıda ya da üstte olduğum hiç aklıma bile gelmedi.

O yüzden de çok huzurluyum dedi. . Evet aynen bunları söyledi bana. O mavi gözlere uzunca bir süre bakakaldım ve düşünmeye başladım.
Beş milyar yaşındaki dünyada yüzbinlerle yıldır insanlar yaşayıp duruyorlar. Ve bu zaman içinde bir insan hayatı kıyaslanmayacak kadar kısa üstelik. Hiç bir insanın kalıcı olması mümkün değil. İnsanın hayatla mücadelesi, insanın suyla ilişkisine benziyor. Yüzme bilmeyen bir insanın boğulma sebebi, aslında kendi anlamsız çırpınışlarıdır. Panik yapmadan kendini suya bırakabilse, doğa kanunları onu suyun üstünde tutacak aslında. Ama kurtulma çabası onun sonunu getiriyor. İnsan da hayatın akışına, kendini bırakmaz, çırpınıp durursa, kendini boş yere bitirir. Onun yerine hayata teslim olup, tadını çıkarmalı, her anın kıymetini bilmelidir. Doğayla, çevresiyle uyum içinde olmalı, iyi ilişkiler kurabilmeli, hayatın ona verdiği görevlere odaklanmalıdır. Zamanın ruhunu anlamalı, ona uymalıdır. Çünkü yaşayacağı gün de, nefes de sayılıdır.
Yüz yaşını aşan insanlar çok nadirdir. Demek ki, bende yarıyı çoktan geçmişim. Hala nefes alabiliyor, yürüyebiliyor, istediğimi yiyebiliyor, kendi ihtiyaçlarımı kendim görebiliyorum. Çevremde sevdiğim, sevildiğim insanlar var. Bunun böyle olduğu her güne şükredip, yaşadığım her günü kar bellemekten başka yapacak bir şey yok. Yaşasın hayatın kısır döngüsü ve onun bir parçası olabildiğimiz her günü diyerek, artık daha az düşünmeye karar verdim.