Bir süredir gündemimizden düşmeyen "İdlib" olaylarını ilk duyduğumda doğrusu bu ya pek de önemsememiştim. Sonuçta galiba dokuz yıldır Suriye'deydik; yok "Barış Pınarı", yok "Fırat Kalkanı" ve daha nice isimleri duya duya bir ölçüde kanıksamıştık. Haritaları hiç sormayın. Ülkemiz insanları belki de kendi illerindeki isimlerden fazlasını her gün gazetelerde, televizyonlarda görüyor, belleklerine kazıyorlardı.
Oysa ne zaman ki "İdlib"teki birliklerimizin kuşatılmışı olduklarını öğrendim; işte o zaman bende film koptu. Film, nasıl kopmasın ki, oradaki askerlerimize hiçbir şekilde hava desteği veremiyorduk. Rusya ile yaptığımız anlaşma gereği havadan ne silahlı müdahale yapabiliyor ne de lojistik destek sağlayabiliyorduk. Kısacası oradaki askerlerimiz etrafları rejim güçleri tarafından çevrili, kendi kaderlerine terkedilmiş durumdaydılar.

Mahvetmeye (!) hazırız

Öte yandan başta AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sn. R.T. Erdoğan olmak üzere Milli Savunma Bakanımız Sn. Hulusi Akar, Genel Kurmay Başkanımız ve Kara Kuvvetleri Komutanımız sınırlarımız içindeki birlikleri ziyaret ediyor, oralardan "Mehmetçiğe" destek mesajları gönderiyorlardı. Elbette o mesajlarda düşmanı mahvetmeye hazır (!) olduğumuz konusu da sürekli olarak işlenmekteydi. Kısacası Suriye'deki harekat; tıpkı geçmişte "Plevne"deki  savunmanın saraydan idare edilmesine benzemekteydi.
Biliyorsunuz; uzun zamandır oralardan gün geçmiyor ki şehit haberleri gelmesin. Ne yaparsınız? İşte görün, geçmişte 3 günde Şam'da Emeviye Camiinde namaz kılma hayallerinin hangi noktaya geldiğini.

Hava desteksiz olmaz

Benim askerlik bilgim iki yıl süreyle yaptığım yedek subaylık hizmetimin dışında kişisel merakıma dayanmaktadır. Dolayısıyla yazdıklarımı bir bilgiçlik taslama hevesi olarak görmemelisiniz. Ancak; yazdıklarımda bir gerçeklik payının olduğunu da çekinmeden söyler altına imzamı atarım.
Günümüzün askeri strateji  uzmanları hava desteği olmaksızın yapılacak harekatın başarı sonuçlarına her zaman şüphe ile bakmaktadırlar. Nitekim özellikle denizde; ne denli büyük, silah güçleri ne kadar fazla  ve  ne denli zırhlı olurlarsa olsunlar, başarı kazanamadıkları 2. Dünya Savaşı'nda yaşanmıştır. Bakınız; Almanların ateş gücü çok yüksek gemileri "Bismark", çift kanatlı modası geçmiş bir uçaktan atılan torpilin dümen sistemini bozması sonucu hareketsiz kalmış, sonuçta batırılmıştır. Geçmişin yaşanmış, günümüzün yaşanmakta olan olayları düşüncemi doğrulamaktadır.
Geçmişte "Plevne"nin  şanlı kahramanları nasıl ki saraydan uzak savaş yönetme heveslerinin kurbanı oldularsa şimdilerde her gün gelen şehit haberlerinin sorumluları da günümüz yöneticileri olmalıdır.

Ateş düştüğü yeri yakar

Sormak gerekir AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sn. R.T.Erdoğan'ın iki oğlu ile damadı Hazine Bakanımız Sn. Berat Albayrak asker ocağının kapısından geçmişler midir? O nedenledir ki; o mukaddes şehitlerimizden bahsedilirken "tane" kelimesi kullanılabilmektedir. Öyle yüzlerce koruyucularla şehit cenazelerinin namazlarına katılmak neyi çözmüştür/çözecektir? Bilmemiz gerekir ve unutmayın: "Ateş düştüğü yeri yakar" atasözü boşa söylenmemiştir.
Esenlikle kalınız...