Şimdilerde milli şuurumuzu bileyen andımızın "milli" eğitim sisteminden kaldırılışını onaylamayan Danıştay kararı tartışılıyorken, ülkede "yerli ve milli" bir yönetim anlayışına sık sık dem vuruluyor olmasının ironisine hiç değinmeyeceğim. Konunun tartışılmasını abes buluyorum, çünkü iktidar birinci ağızdan "hayır" dedikten sonra okullarda andımızı okutmaya kaç müdür, kaç öğretmen kalkışabilir?

Asıl  tartışılması gereken de budur aslında... Hukukun onayladığına -siyaseti, dolayısı ile farklı düşünmeyi ülkede yok edip kendi tekellerine alan bir yönetim anlayışında- iktidara rağmen sahip çıkılabilir mi? Bu sorunun yanıtı, rejimin sınırlarının da belirleyicisi aynı zamanda.
        
Hukuk devletinde yurttaşların özgür iradelerini çalıştırmalarının önünde iktidar duramaz. Tam tersine, iktidarın sınırını anayasa ve dolayısı ile hukuk çizer. Sınırsız bir iktidar gücünün olduğu yerde iktidarın onaylamadığına karşı gelen, iktidara karşı gelmiş kabul edilerek bir şekilde bertaraf edilir. Adalet terazisinin, yöneten ile yönetilen arasındaki ilişkide yönetilenin aleyhine bozulmuş biçiminde artık ne hukuk devletinden, ne de demokrasiden söz edilemez. Ekonomideki plansız programsız, arayışlarla oyalanılan sürecin yarattığı tahribat yerine, uygulama olanağı kalmayan andımız üzerinden yürütülen tartışma, gündemi değiştirmeye hizmet ve Türk ve Türklük tartışması üzerinden açılım sürecinin başlangıç söylemlerinin yeniden parlatmak amacına hizmet etmekte...
         
Her gün bir parçamız kopuyor gibi, Cumhuriyet değerlerinin talanına tanıklık etmenin acısını bir nebze olsun dindirecek faaliyetler de yok değil. Cumhuriyet ve Atatürk üzerinden tartışmalar hız kesecek gibi değil. Bu tartışmaların doğrudan parçası olmak yerine, akıl ve bilimle Atatürk'ün mirasına sahip çıkan bilim insanlarının çabalarından söz edeceğim. Adı bile heyecan verici; "21. Yüzyıl İçin Planlama"...
          
Prof. Dr. Bilsay Kuruç; çabalarının amacını, "... Bilimde, toplum katında ve yeni çalışmalar dünyasında insanımızın kendisini aşabilmesi için yeni ve zor yollardan geçmesi gerekiyor. Her şeyden önce bilimin, toplumun kolektif zekâsını canlandırma sorumluluğu olacaktır. Bilimin 21. yüzyıla girme diye bir meselesi yoksa toplumun da olamaz; toplum sürüklenir ve aklını seferber edemez, kendisini aşma iradesine kavuşamaz. ... Çalışmalarımızdan ortak düşünce olarak şu çıkıyor: planlama kavramı böyle bir sorumluluğu yansıtıyor; 'mümkündür'ü 'yapabiliriz'i  dile getiriyor. Planlama düşüncenin en doğru simgesidir ve unutmayalım, 20. Yüzyılda insanlığın ileri adımları tesadüflerle, ampirik bulgulardan ibaret derlemelerle değil, plan aklı ile ve onun sağladığı bilimsel yaklaşım ve birikimlerin birbirini beslemesiyle gerçekleşmiştir..." diye özetliyor.
        
Bilsay hocanın önderliğinde bir araya gelen bilim insanları Ankara Üniversitesi çatısı altında Mayıs 2011'de başlattıkları çalışmalarını http://21inciyuzyilicinplanlama.org/ sitesinde paylaşıyorlar. Grubun halen süregelen Güz Konferansları 6 Ekim'de başladı. 22 Aralık'a kadar devam edecek. Dileğimiz, bu çabaların Ankara dışına da taşması.
         
Kurultaylar, seminerler, konferanslar, çalıştaylar ve yayınlarla bilimin sesini duyurmaya çalışan grubun daha geniş kitlelere ulaşması. Grubun faaliyetlerinden haberdar olmamızı sağlayan Dr. Serdar Şahinkaya'ya teşekkür sözü az. Cumhuriyetimizin esas farkını, çocukluğundaki on kuruş üzerindeki başak figüründen hareketle ve Mülkiye'den hocası Gündüz Ökçün'e ithafla ele aldığı yazısında, Atatürk'ün 17 Şubat 1923'de İzmir İktisat Kongresi'nin açılış konuşmasında, saban-kılıç ikileminden söz ederek üretimden yana saf tutuşunu anlatıyor. "Daha beş ay önce kılıcı ile emperyalizmi denize döken muzaffer orduların başkomutanı Gazi Paşa" diye de vurguluyor, sabanı kılıçtan üstün tutan anlayışın önem ve değerini. Planlamanın önemini sadece kendisinin de dahil olduğu bilim grubunun çalışmaları ile değil, Cumhuriyetimizin planlı dönemlerini yazıları ile de anlatarak plan ve programın ne kadar önemli olduğunu vurgulayan Serdar hocanın bu son yazısı Gündoğdu dergisinden okunabilir.
           
Konjonktürle savruluşu ile hepimizi kaygılandıran ülkemizin çıkışı, ana akım medyaya konuşlananlarla aklımızı kontrol altında tutmaya çalışan ve güdümlü akıla "akil"liği yakıştıran sonuca odaklı sürüklenme halinin sorgulanmasından geçiyor. Biz bunu ancak bilimde kalma ısrarını her hal ve koşulda sürdürenlerle birliktelikle gerçekleştirebiliriz.
            
Atatürk'ün en önemli eserim dediği Cumhuriyetimizin içi boşaltılarak, geriye Atatürk'ün özel yaşamı üzerine hikayelerin kaldığı bir Türkiye ile azalmak istemiyorsak; tarihle uğraşmak yerine, tarihten ders çıkarmakla başlayabiliriz. Hepimiz farkındayız tanınmaz hale getirildiğinin Cumhuriyetimizin. Nerede toplaşılacağı sorununa indirgenen bir kutlama/kutlamama hali içinde oluşumuz bile ibretlik. Hele havalimanı açılışı ile kutlamak?!..
           
Neyin kutlaması olacak bu?!... Atatürk Cumhuriyeti'nin olmadığı belli!...
            
Kutluluğu ve kutlamayı Cumhuriyetin önüne alıp, belli günlere sıkıştırmak yerine anma ve anlatmayı, sürekli çabalara dönüştürenleri kutluyorum. Elimize tutuşturulan kutlamalara bakıp, Cumhuriyetimize yeni bir biçim verilmesi çabalarına seyircilik ederek mirasa sahip çıkılamayacağı başka nasıl anlatılır?!.. Üstelik kutlamaların bile yeri ve içeriği dönüştürülürken!... Bu günler de geçecek diyerek; "kutlamak, sımsıkı sarılanlarla sahiplenmektir Cumhuriyeti" diyelim çabalayan herkese alkışlarla!...
           
Bizlere en büyük bayramı armağan eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e saygı, sevgi, minnet ve şükranla...