Latinler, eskiden "Justitiae Omnibus" derlermiş; anlamı "Herkese Adalet" olarak bilinir. Daha fazlasını yazmama gerek kalmadı sanırım; ne demek istediğimi bileceksiniz.

Evet, güzel ülkemizin bugünlerde en çok gereksinimi olan bir kavramı dile getirmek istediğimi anlamış olmalısınız. Üstelik içimizi sızlatan uygulamalardan konu açmak için kendime özgü nedenlerim de olmalı. Şöyle ki dostlarımdan, onların yakınlarından edindiğim tutukluluklarla ilgili bilgileri burada sıralamaya kalksam satırlarım sonsuza dek sürüp gidecektir. Geçen yılın 15 Temmuzunu izleyen günlerde tutuklanıp hakkındaki savcılık iddianamesi henüz mahkemeye bile sunulmamış kişiler olduğu söyleniyor. Hadi gelin de "Geciken adalet onun reddi olur-Justitiae dilatio est quaedem negatio" diyerek tarihte iz bırakanları anmayın.

Üstelik "Balyoz" ve "Ergenekon" davalarında üç yıl belki de daha fazla süreyle hapis yatıp sonrasında aklanan kişilerin varlığını da bilmekteyiz. İşte o mazlum kişilerden biri olan gazeteci yazar Doğan Yurdakul'u kaybetmemiz üzerine onun hayat öyküsü aklıma takılıverdi. Rahmetli, hapiste iken eşi Güngör Yurdakul; kanser hastasıdır ve ölümle pençeleşmektedir. Hayat arkadaşlarının vedalaşması bile ancak telefonla gerçekleşebilecektir. Doğan Yurdakul vedasını bir iki gün sonra eşinin cenaze törenine polis denetiminde katılarak gerçekleştirebilecektir. Hadi bir anımsatma daha yansıtayım sizlere! Anılan davaların savcısı Zekeriya Öz'ün aranılan kaçak olarak Almanya'da bulunduğunu ve devletimizin iade isteminin Alman yetkililerce dikkate alınmadığını hatırlatmak isterim. Ancak bu davalara o günlerde asıl sahip çıkanın, "Ben bu davaların savcısıyım" diyenin kim olduğunu da unutmamalıyız.

Yaşadığımız şimdilerde gündeme gelen en önemli konulardan birinin- birincisinin- "adalet" olduğunu söylememiz doğru olacaktır sanırım. Öylesine ki ana muhalefet partisi CHP'nin Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, "adalet" adına Ankara'dan İstanbul'a kadar 24 gün süreyle yürümüş, ardından Maltepe'de yaptığı miting ile "adalet" konusunda düşüncelerini toplumla paylaşmıştı. Ardından 26 Ağustos'ta başlayıp 29 Ağustos'ta biten dört günlük "Adalet Kurultayı" etkinliği; Çanakkale Eceabat Kurudere Kamp Alanı'nda gerçekleştirildi. CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu'nun konuşması ile başlayıp sabah/öğleden sonraları yapılan açık oturumlarla sürdürülen söz konusu çalışmalar, ülke çapında ses getirdi. Adaletsiz yaşamdan örnekler verilerek üniversiter düzeyde sürdürülen bu çalışmaların olumlu sonuçlar verebileceğini düşünüyorum. Etkinlik boyunca tek slogan duyulmaktaydı: "Hak, hukuk, adalet".

Evet, Çanakkale'de bunlar olmaktaydı ama ülkede başka gelişmeler de görülmekteydi. Benim bildiğim üstelik düşünebildiğim adalet kurumlarının hele ki başkanlarının siyasi partilerle doğrudan polemiğe giremeyecekleridir. O halde; Danıştay Başkanı Sayın Zerrin Güngör'ün söylediklerini değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum: "CHP, Adalet Kurultayı'ndan sonra yayınladığı bildirgeyle ne yapmaya çalışıyor? Aslında ben biliyorum. Tek başlarına güçlü siyaset yapamadıkları için eskiden onların imdadına yargı yetişiyordu. Şimdi artık yargı bunu yapmıyor. O nedenle rahatsızlar!" Lütfen, karar sizlerindir; Sayın Güngör'ün siyasetçi ağzıyla söyledikleri bağımsız yargı anlayışına ters düşmez mi?

Kesinlikle biliyorum Sayın Cumhurbaşkanımız R.T. Erdoğan bu konuları çok önemser. Hatırlayınız, Rahmetli Ecevit'in resmi gezisi sırasında ABD Başkanı karşısındaki ezik durumunu nasıl da kritik etmişti. Peki, şimdi de bizim Anayasa Mahkemesi Başkanımız Sayın Zühtü Arslan'ın 30 Ağustos resepsiyonunda Sayın Cumhurbaşkanımızı neredeyse iki büklüm olarak selamlama konumuna geçmesine ne demeli?

Biliniz ki Danıştay Başkanı Sayın Güngör görevli kızı ve ihaleci damadı kanadından saraya bire bir bağlıdır, başka türlü davranamaz. Sayın Arslan da zaten OHAL'e bağlı KHK'leri denetimdışı bırakan karara imza atıp haklı yakınmalara yol açtığı için evrensel hukuk önünde bence suçludur. Keşke 30 Ağustos resepsiyonunda başı dik olarak selam verebilseydi!

Bakınız, İslam'ın yüce kitabı "Kuran-ı Kerim", adalet hakkında neler söylüyor? "Adaletli olun, adil davranın, Allah'ı dinleyin (Maide 8)", "Allah, her iki tarafa da sizden daha yakındır, öyleyse kişisel çıkar ve duygularınıza uyarak taraflı davranmayın (Nisa 135)", "Hüküm/karar verecek olursan, adaletle, denklikle hüküm ver. Allah adaletle hükmedenleri/adaletli/adil davrananları/adaleti ayakta tutanları/denklik yapanları sever (Maide 42)", "Allah; size emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor (Nisa 58)". Elbette yüce Kuran'da adaletle ilgili başka nice hükümler bulunmaktadır, ne şüphe. Üstelik İslam Peygamberi Hz. Muhammet (SAS)'in  bu konuda değişik hadislerinin olduğunu unutmayalım.
***
Siyasetçiler konuşuyor: "Öyle bir noktaya geldik ki hâkim tutuklama vermezse tutuklanacağından korkuyor". İş dünyası konuşuyor: "Daha fazla hukuk, daha fazla özgürlük ve daha fazla demokrasi olmadan YATIRIM GELMEZ". İnsanlarımız dert yanıyor: "ON ÜÇ AY oldu, nerede benim iddianamem, ben kendimi nasıl savunacağım?".
Kısacası soru şu: Kim kimi kime şikâyet edecek? Haklı haksız nasıl ayırt edilecek? Geleceğin sosyal yaraları nasıl çözülebilecek? "Fiat justitiae nec pereat mundus-Dünyanın yıkılmaması için adalet sağlanmalıdır."
Esenlikle kalınız...

TÜRKÇE İÇİN NOT
Ekoseli değil EKOSE