19.Yüzyılın sonu, 20.yüzyılın ilk dönemlerinde dünya ekonomisinde en güçlü şehirler liman şehirleriydi. Ticaret merkezi olan bu şehirler bilimin, kültürün ve sanatın lokomotifiydi. Bu yıllarda kurulan spor kulüpleri içinde de en başarılılar liman şehirleri takımlarıydı. İzmir kenti kozmopolit yapısıyla bu dönemde ülkemizin ekonomisine yön veren şehriydi. Altay spor kulübü de bu şartlar altında kurulmuştu. Altay kulübünü diğer tüm kulüplerden ayıran özellik ise kuruluş amacının semtin çocukları top oynasın, kötü alışkanlıklar edinmesin düşüncesinden uzak, ulusal bilinci uyandırmak amacıyla özel misyonlarla kurulmuş olmasıydı.

Eğer tarih farklı akmış olsaydı belki de Altay kulübünün ismini ben dahil hiçbirimiz bilmiyor olacaktık. Tarih araştırmacıları 1914'de Türk Ocağı çatısı altında bir kulüp kurulduğundan ve adının Altay olduğundan bahsedeceklerdi. Kurucularının aykırı kişiler olduğu ve hatta belki hainlikle itham edileceklerdi. Ama tarih Altay kulübünün kurucuları tarafından şekilendirildi. Her geçen gün zayıflayan Osmanlı'da yok olmaya başlayan ülkede emperyalizme karşı büyük bir savaş kazanılarak yeni bir ülke ve cumhuriyet kuruldu. Altay'ın kurucuları aynı zamanda cumhuriyetin kurucuları olduğu için ilk dönem hükümetlerinde hep Altaylılar oldu. Altay ulusal kimliği perçinlemedeki başarasını spor sahalarında da sürdürmeyi başararak ülkemizin ve şehrimizin en güçlü spor kulüplerinden biri olmayı başardı.

Bugün nasıl ki hükümete yakın olmak isteyen mali gücü yüksek çevreler Başakşehir, Kasımpaşa, Rizespor ve benzeri takımlara yakın durmaya gayret ediyorsa, o dönemlerde de Altaylı idealistler dışında ekonomik gücü yüksek kesimler Altay camiası içinde boy göstermeye gayret ediyorlardı. Kulübün uzun yıllar maddi sorunu olmadı. Hatta Alsancak'ın zenginler kulübü olarak anıldı. Bu süreçte İstanbul'un takımlarına kafa tutan, İzmir'i onlara dar eden takım şehrin onuru oldu.

20.yüzyılın sonunda ise dengeler değişmeye başladı. Liman şehirlerinin dünya ekonomisindeki yerleri gerilemeye başladı. Şehrin ekonomisi gerileyince bu şehirlerin spor kulüpleri de rekabette geri kalmaya başladı. Türkiye'de bir önemli değişim daha gerçekleşti. Hükümete cumhuriyet tarihi ile zıt düşüncelerde yer alan bir parti iktidar oldu. Bu partinin desteklediği 'Anadolu kaplanları ' tanımlamasıyla yeni ekonomik güç odakları yeni zenginler olmaya başladılar. Bugün yukarıdaki yazdığım kulüplerin yükselen güçleri bu oluşturulan yeni zenginlerin gücünden köken almaktadır. Altay'a güç veren zengin aileler ise bu süreçte giderek ekonomik anlamda sıkıştırılmaya hatta güçlerini yitirmeye zorlandılar. İzmir'in cumhuriyetçi aileleri kaybederken Altay da kaybetmeye başladı. Bu erozyon devletin spor sahalarına soktuğu haksız rekabetle birleşince Altay kendini 3.Lig çukurunda buldu. Bizler canımızın ötesine koysak da Altay ismi ülke gündeminden çok uzaklara düşmeye başladı. Yeni neslin çocukları Altay ismini bilmez hale geldi.

İşte bu girdapta 28 yaşındaki idealist bir spor düşkünü genç, Altay için ortaya çıktı. Bu süreçte tükenmiş olan camiaya verdikleri ile Altay kültürü bir araya gelince iki yılda iki şampiyonluk sevinci yaşandı. Altay tekrar ulusal kanallarda yer alarak yükselişe geçti. İki yıl önce bugünleri sadece hayal edebiliyorduk, bugün ise gerçekliğinin tadını çıkartmakta sanki kendimize eziyet ediyoruz. Lige çok iyi başlayan bir takımı çok kolay eleştiriyor, sürekli başkandan kelle istiyoruz. Oysa camia olarak, kent olarak gücümüz ortada. Bu süreçte kan kaybetmemek, biraz dinlenebilmek de bir hedef olabilir. Her yıl konulan şampiyonluk hedefi geçmişte kulübün kaynaklarının tükenmesine ve paraşütsüz çakılma durumuna sebep oldu. Bu sebeplerle gerçekliğin farkında olmalıyız. Kentin dip yaptığı bu süreçte birlik içinde olmalıyız ve hedeflerimizi doğru seçmeliyiz. Altay'ı geleceğe taşıyabilecek en büyük gerçek budur.