Genel anlamda düşünecek olursanız sevgi denen kavram bütünüyle sübjektif/öznel bir olaydır. Öyle ya sevgimetre diye bir alet olmadığı için kişilerin Atatürk'e ya da kendileri dışındakilere olan sevgilerinin ölçüsünü tanımamıza pek olanak bulunmuyor.
Amacımız Atatürk'e olan sevgiyi anlatmak olduğuna göre işimiz oldukça zor olmalı. Hele günümüz Türkiye'sinde bunun zorluğunu ya da olanaksızlığını dile getirmenin sıkıntılarını bakalım nasıl anlatabileceğiz?
Günün 24 saatinde yayın yapan televizyonlarımızdan bazıları sanki teybe yapılmış kayıtlardan okunur ya da izlenir gibi o yüce insana o yüce Atatürk'e sövüp durmaktalar. Sokaklarda bile göremeyeceğimiz kadar adice saldırılar; bir iftira ve saygısızlıklarla pekiştirilmiş olarak kimi kesimlerin zihinlerine çivilenir gibi sokulmaktadır.
Bu iftira ve saygısızlık saldırısının temel nedeni ne olabilir dersiniz? Ülkemizde; bir Dışişleri Bakanı sanki hikmet yumurtluyormuş gibi  İmam-Hatip Ortaokullarının ve Liselerinin açılmalarının sürdürüleceğini açıklıyor ve konuşmanın yapıldığı salon alkışlarla inletiliyor. Ne kadar da meraklıymışız İmam-Hatip eğitimi almaya. Bu manzara; yaşananlardan bir kesit, bir görüntü özeti olmalı. Kimbilir o alkışlayanların arasında niceleri vardır ki içlerindeki kin ve nefreti fırsat bulup da nasıl dışarı vurabilirim diye düşünüp durmaktalar.
Bu zihniyet, bu düşünce tarzı nedir bilir misiniz? Lütfen gözünüzün önünde canlandırınız. Zaman; Kurtuluş Savaşımızın en riskli, en sıkıntılı günleridir. 1. ve 2. İnönü Savaşları bitmiş düşman orduları Afyonkarahisar'ı işgal edip Sakarya'ya yürümek üzeredirler. 1921 yılının Mayıs ayını yaşamaktayız. İki yılı aşkın bir zamandır düşman işgali altındaki İzmir'de yayınlanan SEDA'YI HAK (Hakkın Sesi) Gazetesinde yer alan 28 Mayıs tarihli bir haberi (Günümüz Türkçesiyle) birlikte okuyalım:

Karantina'da oturan bilumum gençlerimizin büyük bir dindarlık duygusuna sahip olduklarını tam övünç ve gururla işitip görüyoruz. Bu gençler gece gündüz ibadat ve taat ile vakit geçirerek hakikaten Müslüman oğlu Müslüman olduklarını isbat etmektedirler. Bundan dolayı ne derece iftihar etsek ve kendilerini gençlik namına ne kadar takdir etsek azdır. Şunu temenni ederiz ki umum memleketimiz gençliğine uyulacak örnek olsunlar. Zira artık her şeyden evvel din ve ibadete dört elle sarılmak zamanıdır. (*)

Nasıl bir düşünce yapısı değil mi? Varsın Yunan işgali sürsün gitsin; zira zaman artık her şeyden evvel din ve ibadete dört elle sarılmak zamanıdır. Padişaha bağlı Osmanlı Şeyhülislamı da aynı düşüncede olmalı ki Mustafa Kemal ve arkadaşları için çıkarılan idam fermanlarına "OLUR" diyerek mühürünü basabilmiştir. Hoş; aynı Şeyhülislam, işgalci Yunan Ordusunu dost olarak nitelemiş ve halkın Yunan yönetimine bire bir itaat etmesi gerektiğini de fetvalaştırmıştır.  
İşte; Yüce Atatürk, dikkat ediniz böyle düşünmediği için yeterince sevilmez. Çünkü Atatürk döneminde ve onun öngörüsüyle tekke ve zaviyeler kapatılmış; şeyhlik, müritlik ve benzeri unvanların kullanılması yasak edilmiştir. Bu kapatılma olayıyla ilgili olarak Atatürk'ün unutulmaz açıklamasını kısaca anımsayalım: "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.

***

Sizce Atatürk'e, Atatürk'ün karşısında  olan bu düşünce sistemi ağırlıklı olarak yürürlükte değil midir? Ülkemizin dış ilişkilerinin en çok güvenli olması gereken bir dönemde Sn. Dışişleri Bakanımızın İmam Hatip Okulları açılma isteğini hangi iyi niyet çerçevesinde değerlendirebilirsiniz? Sanki devletimizin düz okullarından çıkanlar istediklerini yapamaz oluyorlar da İmam-Hatip Okulları açılarak bu eksiklik giderilecek(!)
Bakıp araştırılırsa Sn: Bakan  Mevlüt Çavuşoğlu orta eğitimini özel bir kolejde yüksek eğitimini de A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesinde tamamlamış olduğu ortaya çıkıyor. Demek ki kısıtlama yok dini eğitimalınmadan da bu ülkede en yüksek mevkilere ulaşılabiliyor. Ama, yok olmaz, ne olacak peki? Tüm eğitimi dini ağırlıklı yapacağız diyen AKP hükümetleriyle  yaşamak zorundayız.

***

Bu ülkede seversiniz sevmezsiniz devletimizin kurucusu olup "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır" diyerek kendi faniliğine inanmış, "Kırın heykellerimi" diyerek heykellerinin kırılmasına bile izin vermiş bir yüce insana yapılan saygısızlık beni rahatsız ediyor. Sizleri bilemiyorum.
Hadi; heykelini kaldırdınız, o neyin nesidir? Hiç yakışıyor mu? Üstünü örtmeden bir eşya taşır gibi çekici arkasına koyup bir yere götürmek? Tamam sevmediğinizi biliyoruz, o düşünce sizde kalsın; bu ülkenin geride kalan insanlarının vatandaşlarının bir şeyler söylemek bir şeyler düşünmek için hiç mi hiç hakları yok? Lütfen biraz izan, biraz saygı istiyoruz. Bu da bizim hakkımız.
İçtenlikle kalınız...

TV SPİKERLERİ İÇİN NOT

Ülkemizde bu İngilizce hayranlığı bizleri öyle sarmış ki Fransızca yer ve kişi adlarının bile İngilizce okunduğunu fark ediyorum. Hem de önemli spikerlerce. İşte örnek: Fransa'da bir şehir NİCE, okunuşu NİS, okunan NAYS, Fransa'da bir şehir CALAİS, okunuşu KALE, okunan KELEYS, Fransa Cumhurbaşkanı HOLLANDE, okunuşu HOLAND, okunan HOLIND.
(*) İZMİR'DE YUNANLILARIN SON GÜNLERİ; Prof. Dr. Bilge Umar, Bilgi Yayınevi Ankara 1974 Sh. 239