Türkün yakın tarihini tam olarak bilmeyenler ya da Kurtuluş Savaşımızı değerlendirmekten uzak kalmayı düşünenler için Yüce Atatürk'e yapılan saldırıların doğal karşılandığını kabul etmemiz gerekebilir.
Belki yinelemek gibi olacak ama hatırlamakta, hatırlatmakta yarar görmekteyim. Bakınız; bizim  31.12.2014 tarihli gazetemizde "Atatürk'e saldırmanın dayanılmaz hafifliği" başlıklı yazımda neler yazmışım? Döndüm yazımı gözden geçirdim. O yazımda sayılan yasaklar belki aynen sürüyor, üstelik yenileri de eklenmiş olmalı.
İsterseniz, o yazımdaki yasakları ve serbestlikleri şöyle bir sıralamaya çalışayım; elbette kısaca. "Gezi Parkında kesilen ağaçlardan, Soma ve Ermenek'te yaşanan maden faciasından, ayakkabı kutularından bahsetmek yasaktır. TV'lerde erotik görüntüler, devlet büyüklerine karşı olan konuşmalar, din karşıtı görüşler ve benzeri niceleri külliyen yasaktır.
Atatürk'e ve ailesine saldırmak, hakaret etmek serbesttir. Öylesine ki; annesi muhterem kadın Zübeyde Hanım'ın Selanik Genelevinde sermaye olarak çalıştığını bile iddia edebilirsiniz".
Serbesttir, ne bileyim? Belki de bu serbestiyi kullananlar birileri tarafından ödülleniyor bile olabilirler.

Burdur'da "Cumhurbaşkanlığı ve hükümet sistemi" konulu konferansta değerli ve kıymetli (!), anlı şanlı Anayasa Hukuku Profesörümüz AKP milletvekili Burhan Kuzu bakınız neler söylemiş? "Cumhuriyet bunların babasının malı mı? Atatürk de İnönü de Osmanlı paşasıydı. Şimdi beni konuşturmasınlar. Cumhuriyeti bunlar kurmuşlar da babalarının malı mı Cumhuriyet? Yok öyle bir şey(!)" El hak; İnönü'nün Osmanlı Paşası olması dışında söylenenler doğru.
Doğru olmasına doğru da; bana kalırsa Cumhuriyete bakış açısının kişilere göre değişebildiğini göz önüne alırsak Kuzu'nun değerlendirmeleri bütünüyle yanlış olmalı. Neden mi? Elimizden geldiğince yazalım.
Öncelikle; M. Kemal Atatürk, kurduğu Cumhuriyeti hiçbir zaman babasının malı gibi görmedi. Görmedi ama nice mihnetlerle, nice özverilerle kurulan cumhuriyetimizin korunması için onu kendi malıymış gibi gençliğe emanet etti. Hem de bunu bir görev olarak gençliğe bıraktı. Bu konuda son derece kıskanç ve kararlıydı. Elbette onun bu düşünceleri taşıması için yeterli nedenleri de olmalıydı. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet'in kurulma aşamalarında Mustafa Kemal'in, çevresi  tarafından belki de bilerek nasıl da yalnız bırakıldığı kuruluşun tüm aşamalarının kendisi tarafından yürütüldüğü NUTUK'ta çok açık bir şekilde anlatılmaktadır.
Örnek mi istersiniz? 16 Mart 1920 tarihinde zaten işgal altında olan İstanbul bu kez resmen işgal edilir, Osmanlı Meclisindeki tüm mebuslar tutuklanacaklardır. Bu uygulama; bir ölçüde Osmanlı Devletinin sonu olarak değerlendirilmelidir. Söz konusu meclis açılmazdan önce Ankara'dan gidecek bazı mebuslara  Mustafa Kemal; "Heyeti Temsiliye" başkanı olarak bazı talimat vermiştir. Ankara'dan ayrılırlarken söz veren mebuslar, İstanbul'a ulaştıklarında değişivermişlerdir. Bunların arasında Mustafa Kemal'in en yakın arkadaşları, bire bir inandığı kişiler de vardır.
Bilirsiniz, sonunda ne olmuştur? İngilizler meclisi basarak mebusların çoğunu tutuklayıp Malta'ya sürgün etmişlerdir. Kaçabilenler 23 Nisan'da Ankara'da oluşacak meclisin çekirdek kadrosunu oluşturmuşlardır. O kadar olumsuz geçmiş olaylara karşın ders alınmamış Ankara'daki meclis çalışmalarında bile inanılmaz ihanet çemberleri oluşturulmuştur.
***
Kısacası; Mustafa Kemal hep yalnızdır. Tek adam değil ama Yalnız adamdır.
Şimdiye gelince; sağ olsunlar değer bilirlikten öylesine uzak bir ortam yaratılmıştır ki karalar ak, aklar kara olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Ellerinden gelse o mübarek adamın Libya Çöllerindeki resimlerini foto shop olarak değerlendirip Çanakkale'de göğsünde patlayan şarapneli plastik parçası sayacaklardır.
Onlara kalsa, Kurtuluş Savaşı mı? Onu da zaten Mustafa Kemal yapmamıştır, şimdi burada isimlerini saymak yakışık almaz, malum çevrelerin asıl kahraman olarak tanımladıkları yedek kadrolar da bulunmaktadır.
Atatürk ise yaşamı boyunca yalnızca ve yalnızca Cumhuriyet gibi dev eserini düşünmüştür. Elbette bu konuda kıskançtır. Kendisi için hiçbir şey istememiş olmaktan öte eşsiz bir alçakgönüllülükle ne söylemiştir bilirsiniz: Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak; Türk milleti ilelebet payidar kalacaktır. Sorarım; bu sözden sonra başka bir şey yazmak gerekir mi?
***
Bu konuda bir şey yazmaya gerek yok ama bu Burhan Kuzu hakkındaki düşüncelerimi yazmasam olmaz.
İlkokul çocuklarında, okullarında derslerinin adı hukuk olmasa bile hukuk konusunda bazı düşünceleri oluşacaktır mutlaka. Kişiler de hukuk fakültelerine gitmeksizin hukuk hakkında belirli bir birikim kazanabilirler.
Peki ya bu Prof. Dr. Burhan Kuzu'ya ne demeli? Hukuk fakültelerinde Anayasa Hukuku konusunda ders ver, sonra gel mecliste Anayasa Komisyonu Başkanı ol ve genel hukuk kavramına aykırı bir düşüncenin savunucusu konumuna düş. İnanın benim kafacazım basmıyor.
Söz, Burhan Kuzu'dan açılmışken ufak bir anekdot yansıtayım sizlere. Burhan Kuzu ders vermekteymiş, olur a öğrenci bir noktayı kaçırmış ve arkadaşına sormuş Hoca ne dedi? Yanıt: Me dedi.
Esenlikle kalınız.
TÜRKÇE İÇİN NOT
Bonfirit değil POMFİRİT
Özür: geçen haftaki yazımızda kabrin taşınması ile ilgili olarak ismini verdiğimiz büyüğümüz Ertuğrul Gazi değil Süleyman Şah'tır, düzeltirim.