Basketbol futboldan sonra dünyada ve bizde ikinci popüler spor…

Büyük kitleler izliyor.

NBA, EUROLEAGUE vb. özel ligler ve ülke ligleri,

2 yılda bir Avrupa şampiyonaları,

4 yılda bir olimpiyatlar ve dünya şampiyonaları…

Her yıl binlerce maç…

İsterseniz ve bütçe olarak da uygunsanız o maçları yerinde canlı seyrediyorsunuz.

İsterseniz tüm maçlar ve gönül verdiğiniz takımlar o ay bir şekilde evinizde, üstelik de tek maça gitmek için üstleneceğinizden daha düşük bir maliyetle.

Tabi ki tercih sizin…

Peki, bir seyirci neden salonlara gitsin?

Birinci grup seyirci taraftar kitlesinden oluşmakta ve bu kitle aslında hem basketboldan anlamıyor hem de pek sevmiyor denilebilir.

Salona gelir gelmesine ama oyunun içeriğiyle ilgilenmeden sadece o takımı destekler.

Bazen de öyle taşkın destekler ki saha kapatma cezası vb. nedenlerle bir sonraki maça giremez.

İkinci grup seyirci amatörce ilgilenir ama gönül vermiştir bu spora...

Oradaki ortamı tatmak, heyecan verir, tatlı bir anıdır onun için.

3 saniyede top sürerek tüm sahayı geçen ve potaya smacı vururken kafası çembere çarpan yabancı oyuncuları canlı seyretmek için maçlara gelir.

Ya da maç sonu vücudu dövmelerle kaplı sevdiği, yakışıklı oyuncularla bir öz çekim (SELFIE) yapabilmek için oradadır.

Altyapıdan yetişmiş Eren’in, Cenk’in neden kadroda olmadığını, Alper’in nasıl bu kadar az süre aldığını bilse de bir şekilde salonlarda ki yerini alır.

Üçüncü grup seyirci ise, basketbola gönül vermekle birlikte biraz profesyonel bakar olaya…

Bu grup, büyük oranda oyuncu, teknik adam ve yönetici olarak zaten bir takımın parçasıdır ve belki de sahada veya tribünde olmak bir rutindir onun için.

Hatta sahadaki oyuncuların yetiştirilip o hale gelmesinde payı olduğundan onları izleyebilmek daha bir keyifli ve özeldir ona göre.

Bununla birlikte, yukarıdaki tüm bu potansiyel seyirci grupları ele alındığında, ülkemizde şu an kritik lig ve Avrupa karşılaşmaları hariç salonların dolduğu pek söylenemez.

Kimlerle ve nasıl dolduğu ile bunun seyirci sürekliliğine etkisi biraz düşündürücüdür.

O halde salonlara daha çok sayıda ve kalıcı seyirciyi nasıl çekebiliriz?

Taraftar kitlesi zaten bir şekilde maça geliyor, sadece onları biraz daha bilinçlendirmek lazım.

Bunu yapmak da öncelikle ilgili takımlarımız için bir halkla ilişkiler konusu ve bu iş tam anlamıyla yapılabilirse o kitleyi sağlıklı bir şekilde salonlarda tutabiliriz.

Basketbola gönül veren seyirci grubu ise işin şov tarafını seviyor ve bunu sağlayan da daha çok yabancı oyuncular.

Maalesef profesyonel liglerde yer alan takımlarımızın yarısı yabancı oyunculardan oluşuyor ve bunların birçoğu seyircinin asla kaçırmak istemeyeceği olağanüstü harika atletik özelliklere sahip...

Aslında, federasyonumuz yabancı sayısında sınırlamalar getirerek altyapıdan yetişen genç oyuncu sayısını artırmaya çalışıyor.

Geçen yıl kurulan gençler ligi, profesyonel lig için gerekli tecrübeyi oluşturmak açısından önemli bir adım.

Ayrıca, gençlerimizin son yıllarda uluslararası turnuvalarda elde ettikleri dereceler de dikkat çekici.

Ancak, bu genç ve Türk oyuncuların takımlarında yeterince süre bulduklarını söyleyebilir miyiz?

Çok zor.

Bir kısım seyirci salonlarda artık sadece uçan kaçan muhteşem yabancıları değil Türk oyuncuları da görmek istiyor ama şu an ki durum tam tersi…

Bu da maçlara ilgiyi azaltıyor.

Basketbola gönül veren bu seyirci kitlesini artırmak için, biraz daha farklı, biraz daha samimi ve bizden bir ortam gerekiyor sanki…

Örneğin;

Pınar Karşıyaka takımı şu anda da salonları dolduruyor.

Ancak maça gelen seyirci içinde çılgın taraftar sayısı oldukça fazla ve belki de daha az sayıda olan basketbola gönül veren grup ise yabancıların şovlarını izliyor.

Lakin 87’de şampiyon olan kadronun neredeyse tamamı altyapıdan yetişmiş ve takıma birçok maç kazandıran oyunculardan oluşuyordu.

O oyunculardan;

Suat’ın liseden,

Cihangir’in üniversiteden,

Nihat’ın memleketten

Arkadaşları o gün salonlara akın akın ve başka bir şevkle geliyorlardı, dışarıda da bir o kadar insan kalıyordu.

Evet, o dönemlerde de Fenerli Calvin’in çift ters smaçlarında ağzımız açık kalır, Cimbomlu rahmetli solak Dawkins’in tek adım üzerinden geri kaçarak (FADEAWAY) yaptığı atışları da hayretle izlerdik.

Ama yine de daha çok kendi çocuklarımızı seyretmeye giderdik maçlara.

O çocukların tamamı;

Bizim mahalledendi...

Bizim okuldandı…

Kardeşimizdiler, abimizdiler…

Kısaca

Bizdendiler…

Onlardan her maç, rakip yabancı oyuncularla dişe diş mücadele etmelerini hatta onlardan da iyi oynamalarını beklerdik.

Bunu görünce çok mutlu olur, bir sonraki maç için gün sayardık.

Basket oynuyorsak, onlar gibi olmak için çalışır çabalar, onları taklit ederdik.

Bu hemen hemen tüm takımlarımızda böyleydi.

Evet, liglerimize kalite ve heyecan getiren yabancıları tamamen sınırlamak bir çözüm değil belki.

Ama yaklaşım olarak, takımlarımızı bizden ve faaliyet gösterdikleri yerleşim bölgesinde potansiyel olarak mevcut olan genç oyuncularla daha fazla besleyebiliriz.

Bu durumda;

Teknik bakış açısına sahip profesyonel gruplar, daha çok bu oyuncuların kalitesine odaklanacağından yaklaşımın onlar tarafından da kabul görmesi gerekecek,

Bu yaklaşım kapsamında yetiştirilen oyuncuların kalitesinin teknik anlamda kesinlikle o atletik yabancı oyuncular seviyesinde hatta onlardan da iyi olması beklenecektir.

Bu da sağlanabilirse;

Teknik anlamda süper ve aynı zamanda da bizden gençleri görmeye gelen yeni bir izleyici kitlesi oluşturulabilir.

Ayrıca, alt nesillere işin nasıl yürüdüğü de gösterilmiş olacağından seyirci devamlılığı sağlanabilir.

Basketbola gönül veren tüm bu kitleleri tatmin edip sayısını da artıracak böylesi bir yaklaşım oluşturmak mümkün aslında ve kaynaklarımız da buna uygun.

Nasıl mı?

Onu da sonraki yazılarımda anlatmaya çalışacağım.

Basketbol dolu günler dilerim.