Geçtiğimiz günlerde Hacettepe Üniversitesi'nde, "Cumhuriyet Döneminde Edebiyat" konulu söyleşiye konuk olan şair Ahmet Telli, bir gurup tarafından ölümle tehdit edilmiş.

Söyleşide; "Toplumsal vicdan nedir?" sorusuna "Toplumların vicdanı yoktur linç kültürleri vardır, vicdan bireyseldir." yanıtını veren şair, "Size bu ülkeyi mezar edeceğiz, devlet biziz!" sloganları ile tehdit edilmiş. Üstelik söyleşiyi dinlemek için gelen öğrenciler de taciz edilmiş.

"Etkinliği düzenleyen öğrencilere bir şey olmaması için" söyleşinin ardından tek başına okuldan çıkan Telli, yaşananları şöyle anlatıyor: "Çok naif ve keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. Çok memnun olduklarını söyledi öğrenciler. Söyleşi devam ederken bölüm sekreteri içeriye girdi. 'Salonu boşaltın, tutamıyoruz kapıdakileri' dedi. Sonrasında etkinliği düzenleyen gençleri tehlikeye atmamak için tek başıma salondan çıktım. Kapıda bekleyen 30-35 kişilik güruhun arasından geçtim. Arkamdan slogan atmaya, tehdit etmeye başladılar. 'Hacettepe sana mezar olacak' diye bağırdılar. Taksiye gidene kadar sloganları devam etti."

Ne acı değil mi? Hiç şiir değmemiş küflü sesleriyle, "Hacettepe sana mezar olacak!" diye bağırmışlar, "Belki yine gelirim, sesime ses veren olursa eğer" diyen bir şairin ardından.

Şairler yaşadıklarını mı yazar, yoksa yazdıkları mı yazgılarıdır? Bu soruyu çok sordum kendime ama gelin görün ki kesin bir cevap bulamadım.  

İşte sesine ses verenlerin kıymetine binaen, kendisine gönül verenlere zarar gelmesin diye sessizce terk ettiği yere, ölüm tehditlerine rağmen "Yine çağırsınlar yine giderim" diyor Ahmet Telli. Düşünüyorum... Kuşlara uyup gidebilir insan, bir derviş misali ceketini alıp ansızın ardında bırakabilir bu şehri. Bu sığ kalabalıktan, gittikçe birbirine benzeyen bu insanlardan uzaklaşabilir.  Giderken "Belki" der içinden, "Hani sesime ses veren olursa, hani olursa, belki yine gelirim..."

Hadi, sesine ses veren birilerini arayan şairi burada bırakıp birazcık uzaklaşalım. Hep birlikte bir şiirin peşine düşelim. Sesine şiir değmiş bir şoförün minibüsüne binip en arka koltuğa oturalım. Minibüsün camlarına, tavanına yapıştırdığı şiirleri okuyalım hep birlikte.

"Edebiyat Karın Doyurmaz Çay İçirir", "Aynı Göğün Uzak Yıldızları" adlı kitapları bulunan Sıddık Akbayır, Ahmet Telli'nin şiirlerini okuduktan sonra İstanbul'a gidip şair olmaya karar veren bir minibüs şoförünün hikâyesini anlatıyor. Hikâye şöyle:

Adıyaman'ın uzak bir köyü... Dünyanın dışında, sıfır noktası gibi bir yer... Şiir sevdalısı bir sınıf öğretmeni bu köye atanır. Köyün ekmekle, sigarayla, kitapla, gazeteyle tek bağı köyün minibüsüdür. Öğretmenle minibüs şoförü arkadaş olurlar. Ona, Yangın Yılları'ndan, Köy Öğretmeninin Günlüğü'nü okur. Şoför, öğretmenin kitaplarına ve kasetlerine heveslenir. Bir akşam, Ahmet Telli'nin şiir kitaplarından birkaçını ve kendi sesinden şiir kasetini öğretmenden ödünç alır. İki gün sonra, köye döndüğünde minibüsün her yanını Ahmet Telli'nin dizeleriyle donatmıştır: "Gidersen yıkılır bu kent", "Yüreğin kadar büyüksün", "Hüznün İsyan Olur"...
Köylüler, heceleyerek okudukları bu tuhaf yazılara bir anlam veremezler. Ancak, şoförün pek de iyi durumda olmadığını fark edip üzülmeye başlarlar. Şoför, bir hafta sonra da minibüsü sattığını ve İstanbul'a şair olmaya gideceğini söyler.

Öğretmen şaşkındır. Şoför, "Soluk Soluğa" şiirinden alıntı yaparak, "Büyük aşklar yolculuklarla başlar / ve serüvenciler düşer bu yollara ancak" diyor ya senin şair. Ben de aşka, serüvene ve şiire gidiyorum öğretmen" der.
Şoför, altmışına yakındır ve İstanbul'a daha önce hiç gitmemiştir. Öğretmen; Ahmet Telli yüzünden aylarca, gazetesiz, kitapsız, ekmeksiz, sigarasız kalır. Üstelik şoförün eşi ve çocukları tarafından koca adamın kafasını karıştırıp düzenini bozduğu için tehdit de edilir. Aşka, serüvene ve şiire ulaşamayan şoför, tam altı ay sonra döner İstanbul'dan. Öğretmene söylediği ilk şey şu olur: "Senin şu şairin bana bir minibüs borcu var hoca!.."
Yıllar sonra, Şükrü Erbaş'la birlikte Besni'ye imza ve söyleşi için çağrılan Şair Ahmet Telli, şoförü yoldan çıkaran öğretmenle karşılaşır. Hikâyeyi dinlediğinde, kıpkırmızı kesilmiştir.
Ahmet Telli, şoförün okuyup yollara düştüğü, bahsi geçen şiirinde; "Neydi onları oradan oraya savurup duran şey?" diye seslenir. Sanki altmışından sonra şiir ve aşk için yollara düşen bizim şoför için yazılmıştır bu mısra.
Şiirin, edebiyatın hayatımızın dışına itildiği, şairlerin ölümle tehdit edildiği, bütün konuşmaların birbirine benzediği, içtenliğin yerini çıkarların ve riyakârlığın aldığı şu günlerde böyle bir hikâyeyi okuyunca keşke o günlere dönebilsek diyor insan. Belki yine gelirim diyen bir şaire ses olmak istiyor.