Metin Külünk nam İstanbul milletvekili sanki ülkemizde başka konu bulunmazmış başka konu yokmuş gibi durduk yerde bir bomba patlattı. Hazretin söylediklerine göre Atatürk'ün ölümü doğal değil zehirlenmeymiş. Suçlu ya da olayı tertipleyen de kimmiş hiç aklınıza gelir miydi? Atatürk'ün silah arkadaşı ve on beş yıl süreyle başbakanlığını yapmış "İsmet İnönü"; bu kere yüce Atatürk'ün ölümünden daha doğrusu zehirlenmiş olmasından sorumlu tutulmaktaydı.

Ne hikmetse böylesi iddialar her zaman ve ayrı zeminlerde ortaya sürülür durur. Özellikle İnönü düşmanları sanki Atatürk'ü çok seviyorlarmış gibi bu konuda konuşup durmuşlardır. Oysa; Atatürk'le İnönü arasındaki dostluk ve inanç birliği topluma örnek olacak niteliktedir. Bakınız belge olarak Atatürk'ün İnönü için neler yazdığını birlikte okuyalım: "Müşküllerinizin hallinde daima Başvekil İsmet Paşa'ya müracaat edeceksiniz, başka kimseye değil... Gazi M. Kemal".

Yakın zamanımızda Turgut Özal'ın ölümü için de benzer iddialar gündeme gelmişti. Hatta rahmetlinin oğlu bu iddiaya bire bir sahip çıkmış ne kadar acıdır ki bu düşüncesini babasının mezarının açılmasına neden olmaya kadar sürdürebilmiştir. Ölümünün ardından yirmi yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına karşın böylesi bir girişim bence bir ölçüde rahmetliye karşı saygısızlık olarak görülmeli.

Metin Külünk AKP Rize Milletvekilidir. Ulaşabildiğim kadar kişisel bilgilerini araştırdım. Ne tıp alanında eğitim almış ne de tarih alanında. Kendisi mühendislik eğitimi almış, o alanda çalışmış biridir. Bilmem ki Atatürk'ün ölümünün İsmet İnönü tarafından düzenlenen bir zehirlenmeye bağlı olduğunu nereden öğrenmiş? Bu konudaki bilgileri elde edebilmek için ne türlü bir araştırma yapmış? Var mı bu konularda açıklamaları?

Okurlara ufak bir bilgi kırıntısı vermiş olayım. Severiz ya da sevmeyiz, olur ya da olmaz diyebiliriz, kabul eder ya da etmeyebiliriz ama tarihsel bir gerçektir. Bizlerin bir ölçüde Bizans'ın devamı olduğumuzu bilmemiz gerekir. Yüce Fatih Sultan Mehmet bile kendisini Bizans'ın devamı saymamış mıydı? Nereden nereye geçeceğim? Açın o bin yılı aşkın Bizans tarihini bir inceleyin. Entrikalarla doludur o koca tarih; yok "Maviler", yok "Yeşiller", yok "Monofizitler", yok "İkonacılar" ve benzerlerini saymak yeter de artar bile, mutlaka fazlası da vardır. Sonuçta neler mi olmuştur? Meraklısına ileteyim, o Bizans imparatorlarının onlarcası ya zehirlenerek öldürülmüş ya da gözlerine mil geçirilerek, burunları kesilerek sonsuz ıstıraplara mahkum edilmişlerdir. Demem o ki bizlere de bir şeyler, bir huylar bulaşmış olamaz mı?

Ama; acıdır Metin Külünk'ün açıklamaları ve iddiaları soyut düzeydedir. Ola ki gündem yaratmak ve bu alanda kendine bir yer edinmek amacındadır.
Öyle ya; şimdilerde sık sık baş vurulan bir yöntemdir bu yaşananlar. Günümüz; gündem yaratmanın çeşitli örnekleriyle doludur. İlginç olan da budur zaten. "Ey Amerika/Avrupa", "Yerli otomobil", "Rakka/İdlib", "Vatan haini CeHaPe, Müftü nikahı" türü başlıkları istediğimiz kadar uzatabiliriz. TEOG'u unutmayıp bir başka yeniye geçelim isterseniz.
***
Şimdi günün modası "metal yorgunluğu". Ben metal yorgunluğu tanımını yalnızca uçak kazalarından sonra duyup merak ederdim. Kendimce bir ölçüde öğrenmiş olabilirim.

AKP iktidarı ülkemizi on beş yıldır yönetiyor. Elbette bu kadar uzun süreli bir yönetimin bazı sıkıntılı sonuçları olacaktır. Gerçekten geçmişte de Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden on beş yıl geçtikten sonra iktidar yorgunluğu hissedilmiş ve İsmet İnönü başbakanlıktan ayrılmak zorunda kalmıştır. CHP'nin bütünüyle iktidarı bıraktığı 1950 yılında yaşananlar ise bu iktidar yorgunluğunun en belirgin sonucu olarak görülmelidir.

Yazdığım gibi bu metal ya da iktidar yorgunluğu elbette olacaktır. Bir ölçüde yönetim biliminin dile getirdiği gerçeklerin ta kendisidir. Bunlar doğal karşılanabilir; peki, doğal olmayan nedir sizce?
Denir ve bir ölçüde bilinir ki hükümetteki bakanlardan tarihsiz istifa dilekçeleri alınırmış. Gerektiğinde bu dilekçeler başbakanlar tarafından işleme konulurmuş. Hatta anlatırlar: bakanın biri gezisinde başarılı çalışmalarını anlatırken radyoda da bakanın istifa ettiği haber olarak verilmekteymiş.

Hükümetin bakanlarıyla ilgili istifaları anlamak kolay, belediye başkanlığı öyle mi? Onlarınki biraz zorlamayla oluyor. Önce İstanbul'da Belediye Başkanı Kadir Topbaş, ardından Düzce, Niğde, Bursa belediye başkanları ardı ardına istifa ettiler. Senelerin Melih Gökçek'inin öyle kolayca teslim olmayacağı her haliyle belliydi. Sonuçta o da istifasını verdi, sorunun bir parçası çözülmüş oldu.

Balıkesir sona kalmıştı. Bence; Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur'un görevden ayrılma isteğini dile getirdiği basın toplantısı aslında Türk siyaset tarihine geçecek niteliktedir. Neler olmuştu, neler söylenmişti o basın toplantısında şöyle kısaca bir anımsayalım mı? Ben en önemli bölümünü galiba aklımda tutuyorum: "Yolsuzluğumuz yok, usulsüzlüğümüz yok, başarısızlığımız yok; ancak ailemize kadar varan tehditler...".

Aslında bu açıklamaların çok daha ayrıntılı şekilde yazılı ya da görsel medyada birinci sıradaki haber olarak yansıması gerekmez miydi? Gerekirdi ama hiç de öyle düşündüğünüz/beklediğiniz gibi olmadı. Tehdit edildiğini söyleyen bir belediye başkanının açıklamaları ülkemizin siyasal yapısının hangi noktada bulunduğunun en belirgin göstergesi olmalıydı. Bırakın yandaş medyayı ülkenin en büyük gazetesi olduğunu söyleyen bir gazetemizde bile haber, alt bölümde yer bulabildi. Şükrediyorum, iyi ki 3. sayfaya kaydırılmadı. Varın ülkenin ortamını değerlendiriniz. Başkasını nasıl düşünebiliriz ki?
Esenlikle kalınız...
Not: Sayfa arkadaşım Muammer Kırca'ya hoş geldiniz diyorum.