Yaşamımın önemli bir kısmını geçirdiğim İngiltere'de sabah kahvaltılarımızı Türk usulü ederdik. Yani eski Türk kahvaltıları gibi çünkü yıllar geçtikçe, serpme kahvaltı diye bir gariplik türedi. Bu görgüsüzce yapılan, tamamen israfa dayalı kahvaltının aslında bir temeli olduğunu öğrenince çok şaşırdım. Ona döneceğiz.

Okula gitmek için kardeşim Efe ile sabah 8:05'de kalkan 9 numaralı otobüse yetişmek zorundaydık. Üstelik evden 5 dakikalık bir koşudan sonra demiryolu üst geçidini aşıp yetişirdik. Gerçi 9 numaranın başlangıç noktası olduğu için Hintli şoför bizleri kollar, hareket etmeden önce son kez bakınır, koşan öğrenci varsa gidiyormuş gibi yapıp hareket etmezdi.

Kahvaltımız malum, kızarmış ekmek, reçel veya bal, beyaz peynir, siyah zeytin, kaynamış yumurta ve çay. Arada bir mızmızlık eder sütlü mısır gevreği ile acele tıkınırdık. Kutunun üzerini okur annemize, 'Bak aslında çok yararlı. İçinde kaç tane vitamin ve mineral var biliyor musun?' diye bilgiçlik taslardık. Annem 'Ya içindeki şeker? Ya içindeki şeker?' diye tepinirdi, biz fırlardık.

Oysa aynı sokaktaki İngiliz komşularımızın kahvaltılarını bir görseniz bunları kalp krizi geçirtmek için özel olarak hazırlanmış bir cezalandırma yöntemi sanırdınız. Çünkü İngilizler sabah kahvaltısında üçgen kesilmiş tereyağlı kızarmış ekmek ile yağda yumurta, domuz sosisi, domuz pastırması, yağda iyice kızartılmış mantar, fırınlanmış domates, içine bol şeker eklenmiş fırında domates soslu kuru fasulye yerlerdi. Aynı sokakta yaşayan İrlandalı aileler ise buna bir de black pudding (siyah lapa) bazen de blood pudding (kan lapası) adı verilen, bana anlatırken bile sıkıntı veren domuz eti, domuz yağı, domuz kanı, soğan ve kuru ekmekten yapılan öldürücü bir sosis eklerlerdi. İngiltere'nin ve İskoçya'nın zengin çiftlik ve malikânelerinin sabah sofralarında ise bunlara kipper (tuzlanıp tütsülenmiş ringa balığı) eklenirdi.  

Bu kadar ağır kahvaltıların yanında bize sağlıklı Türk kahvaltısı yedirdikleri için ebeveynlerimize teşekkür ederim. Yazları Türki

ye'ye gelişlerimizde bu güzel kahvaltımız bazen ağırlaşır, bazen yağda yumurta, omlet ya da Amerikan usulü scrambled eggs (çırpılmış omlet gibi ancak parçalanarak pişirilmiş yumurta) ya da yandan bölünmüş, kızartılmış, tereyağlanmış,  üzerinde kaşarla domatesle sucuklu tostlanmış kumru da bizim ağır kahvaltımız olurdu.

Haftada bir de babam bizlere gözleme yapardı.

Sonraki yıllarda 10 yıl kadar önce garip kahvaltılar görmeye başladık. Kordonda serpme denilen onlarca gıdanın konduğu kahvaltı biçimini ben çok yadırgadım. Dünyada ve Türkiye'de fakirlik, açlık varken bu kadar bereket ve gıdanın yarısının çöpe gidecek olması beni üzerdi. (Çöpe gitmeyecek olması da beni korkuturdu, çünkü ucuz bir serpme kahvaltı yeri ise peynirlerin, tereyağlarının, reçellerin toplanıp yeniden ertesi günkü sofralara getirileceğinden emin olabilirdiniz)

Bir merak ettiğim konu da İngilizce ve Türkçe kahvaltı kelimelerinin karşılıkları ve kökeni idi. Breakfast kelimesinin açılımı kolaydı: 'Break fast' yani orucu bırak (Break: Bitir, ara ver, kır - Fast: Oruç-ya da yemek yenmeyen süre). Yemek yenmeyen zamanın bırakıldığı, kesildiği öğün gibi bir karşılık bence tutarlı idi. Ama şimdiki Nescafe alışkanlığını bir yere bırakırsak, sabah çay içilirdi. Oysa kahve-altı denmişti. Kahvenin altı ne demekti? Babama sordum. 'Ben de bilmiyorum' dedi. 'Araştırırım sana anlatırım' dedi ve araştırdı, şöyle de açıkladı:
Bazı gerizekâlılara göre güya İtalyanca Caffe Latte yani sütlü kahveden alınmış. Tabii ki yalan ve saçmalık. Evliya Çelebi 1683 yılında Seyahatname'sinde hem kahve-altı hem de tahtel-kahve terimlerini kullanmış. Kahvenin altlığı anlamına geliyor yani kahve ile birlikte yenilen yemek. İstanbul'da bazı ukalalar Taksim civarındaki Araplara yemek satacağız diye kafelerinin adını Kahwat veya Kahwet koydular. İyi halt ettiler. Çünkü bu kez de Türkler buraya girmiyor.

Geldik bizim serpmeye. Bu görgüsüzlüğün görgüsüzce başlamadığını ve bir kökü olduğunu öğrenince yüreğime su serpildi. Bunu öğrendiğim kaynağın da yabancı olduğunu utanarak söylüyorum. Paul Benjamin Osterlund adlı bir İngiliz gazetecinin Van'da yaptığı bir röportajdan öğrendim.

Meğer Van Türkiye'de kahvaltının anayurdu imiş... Siz biliyordunuz herhalde ki ne serpmeyi yadırgıyorsunuz ne de anlattıklarımı. Ama bu kardeşiniz bu konuda cahil işte.

Pekiyi Van'da bir Kahvaltıcılar Sokağı olduğunu biliyor muydunuz? Ya da bu sokakta ve civarında 2014 yılında 50 bin kişiye kahvaltı yaptırılarak rekor kırıldığını?

Hata yaparak gazeteci oraya Ramazan'da gitmiş. Bu bakımdan bilgileri edinmiş ama gönlünce kahvaltı yapamamış. Her yer kapalıymış. Sadece camları gazete ile kapatılmış bir yerden güzel kokular geliyormuş sabah. Orası Sütçü Selim'in yeri imiş. Herkes görmezden gelir, oruç tutmayan gizlice orada ama abartmadan kahvaltı edermiş Ramazan'da.

Van kahvaltılarında 30'a yakın kalem kahvaltılık olurmuş. Ancak en önemli maddelerin başında dağlardan toplanan ve peynirin içine yoğurulan 'sirmo' adı verilen bir vahşi sarımsakmış. Yani otlu peynirin atası, beyi: Sirmo otlu peyniri. Ayrıca kahvaltının asaleti yüksek kalemlerinden bir tanesi de 'murtuğa' adı verilen yağlı, unlu, yumurtalı kavurma. Kahvaltı aynı zamanda kan davalı aşiretlerin barışma yemeği imiş. Ama bu kahvaltılarda kullanılan malzeme 100'ü geçermiş.

Bu bana Afrika'daki kabilelerin 1200 yıldır her yılbaşında yaptıkları bir barış kahvaltısını hatırlattı. Haftaya...

Unutmadan 'müsli' için de İsviçre'ye bir selam göndereyim. Biz tabii ki müsliyi bilirdik ama böyle bilmezdik. Türkiye'de 15 yıl öncesine kadar bilen yok gibiydi. Bakıyorum şimdi her kahvaltıda var.

Müsli nereden geliyor biliyor musunuz? Haftaya...

Babamın pancakeleri (Batı usulü gözleme) haftaya.