Siyaset benim bildiğim yaşanılan ülkenin daha iyi ve güzele ulaşması için yapılan fikir mücadelesi olmalı. Ama ne yazık ki ülkemizde hele bugünlerde iyice çığırından çıktı.
Yalanlar, yolsuzluklar, sahtekarlıklar almış başını gidiyor.
Bu alemde istediğin kadar inandığın doğrultuda yaz, çiz hiçbir şey fark etmiyor.
Kimileri üretemediği siyaset için çözümü okyanus ötesinden bekliyor,
Kimileri baskıcı rejimlerin hayalinde.
Kimileri ülkenin temeline dinamit yerleştirmek isteyenlerle kucak kucağa ama gizliyor.
Bugün de son kez isim vermeden yalanlardan, kutuplaşmadan birkaç örnekle yazılarımı sonlandırmak istiyorum. ( Okuyanlar kimler olduklarını zaten bilirler)
Önce  S-400 ler den bir demet.
‘’S-400 niye alındı, bize kim saldıracak? Irak mı, İran mı bize saldıracak? Rusya mı bize saldıracak? Silahlar zaten onların. Yunanistan’la mı kavga edeceğiz’’
Bu söylem fazla taraftar bulamayınca bir müddet sora değişti.
“F-35 meselesi, NATO ile ilişkiler meselesi önemli ama bu coğrafyada hava savunma sistemindeki açıklar kabul edilemez. Sistemin güçlendirilmesi, bu kapsamda S-400'lerin alınması gereklidir.”
Bu büyük çarkı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Afet İnan tarafından derlenen el yazmalarından bir paragraf ile bitirelim.
“Savaş araçlarına sahip olmayan veya savaş aracı zayıf olan milletler, kuvvetlilerin bağımlısı, haraç vereni, tutsağı olmuşlardır.”

Türkiye’de siyaset üretilmediğini büyük çoğunluk söyler. Siyaset üretilmeyince de iktidar hayal olur. Ama hayali gerçekleştirmek için başka yollar vardır.
Mesela bir yerlere selam çakılır.
"Amerika Birleşik Devletleri'nin 46. Başkanı olarak seçilen Joe Biden ve yardımcısı Kamala Harris'i tebrik ederim. Türkiye - ABD arasındaki dostluğun ve stratejik müttefiklik ilişkilerimizin güçlenmesini dilerim" diye gayet masumane başlar bu selam.
“Biden yönetiminden ilk beklentimizin şu olacağını düşünüyorum: Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, yargı sisteminin siyasetten arındırılmasına, güçler ayrılığına, demokratik reformlara, medya, ifade, toplanma özgürlüğü gibi tüm temel hak ve özgürlüklere çok güçlü bir vurgu yapması” diye devam eder.
Yine Atatürk ile yanıt verelim.
Bağımsızlıktan yoksun bir millet, ne kadar zengin ve refaha kavuşturulmuş olursa olsun, uygar insanlık karşısında uşak olmak durumundan yüksek bir muameleye lâyık olamaz. Yabancı bir devletin himaye ve desteğini kabul etmek, insanlık özelliklerinden yoksunluğu, beceriksizlik ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir”.

Son olarak vatandaşı kutuplaştıran bariz bir örnekle bitirelim.
''Hala iktidarın peşinden giden öğretmen varsa, kimse kusura bakmasın ben ona öğretmen demem… Öğretmen iradesini pazarlayan kişi değildir.”
Kendimiz gibi düşünmeyenleri böylesine aşağılamaya, ötekileştirmeye, daha doğrusu toplumu benden-ondan diye kutuplaştırmaya devam edersek sonumuz kaosdan başka bir şey olamaz. Bu kimin işine yarar?
Yine Atatürk’ün sözleriyle bitirelim.
“Çeşitli inanışta kimseler, birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlarsa ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde hoşgörü yoktur; bunlar bağnazdırlar.” “Her birey istediğini düşünmek, istediğine inanmak, kendine özgü siyasal bir fikre sahip olmak, seçtiği bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve özgürlüğüne sahiptir. Kimsenin düşüncesine ve vicdanına egemen olunamaz.”