Evet; o karanlık günlerde kötümser düşüncelerle dolu iken 27 Mayıs sabahı radyolarımızdan (Ne radyolarımızdan? Radyolarımız mı vardı? Tek radyomuzdan, tek istasyonumuzdan) gelen o gür sesle uyanmıştık.

Gür ses; ordunun yönetime el koyduğunu, kabine üyelerinin ordu birimlerine teslim olmaları gerektiğini, vatandaşların sakin olmalarını, gerekmedikçe sokağa çıkmamalarını, NATO ve CENTO'ya bağlı kalacağımızı, yapılacak yeni bildirilerin beklenmesini söylemekteydi.

Bildiri, vatandaşların sokağa çıkmamalarını söylemekteydi ama; soracak olursanız dinleyen mi vardı? Bayrağını kapan dışarılara çıkmıştı. Akseki gibi küçük bir taşra kasabasında bile yer yerinden oynamıştı demek galiba en doğru tanım olacaktır.

Sonradan öğrendiğime göre başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere bütün büyük şehirlerimizdeki vatandaşlarımız coşkularını dışa vurabilmek amacıyla bildirilerin hemen ardından sokakları ve alanları doldurmuşlar, askerlere karşı en içten sevgi duygularını belli etmişlerdi.

Askerin yönetime el koyduğunu öğrenen Demokrat Parti iktidarının başvekili Adnan Menderes; Eskişehir'den Kütahya'ya kaçarken yolda yakalanmıştı. Adnan Menderes ve diğer siyasiler ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar tutuklanmışlar, ardından geçici olarak Ankara'da Harp Okulu'nda muhafaza altına alınmışlardı.

Radyoda sürekli olarak marşlar çalınıyor, aralarda yeni bildiriler okunuyordu. Rahmetli Hasan Mutlucan'ın türküleri halkı coşturmaktaydı.

Bu arada askerler yapılan hareketin haklılığını göstermek açısından dış alemde, dış ülkelerde ciddi bir kamuoyu oluşturma gayreti içine girmişlerdi. Yurt içinde de açık toplantılar yapılılarak yapılan siyasi müdahalenin halk tarafından benimsenmesini sağlama gayreti içine girilmekteydi.

Bu toplantılardan birinde üniversite gençliğinin temsilcisi olarak bana da görev verildi. Akseki İlçesindeki açık hava toplantısında oldukça kalabalık bir topluluğa kapsamlı bir konuşma yaptım. Bayağı alkışlandım.

Anladığım kadarıyla oradaki işim bitmiş olmalıydı. Üniversiteler tekrar açıkmış, ortalık bir ölçüde normale döneşmüştü. İstanbul'a geldiğimde bir bayram havası yaşanmaktaydı. Evet; bir bayram coşkusu vardı. Öte yandan devrim şehitlerinin cenazeleri bu bayram coşkusunu hüzünlü bir ortama dönüştürmekteydi. O günlerin unutulmaz türküsü "Olur mu böyle olur mu, kardeş kardeşi vurur mu?" hepimizin ortak marşı olmuştu.
Devrim şehidi Turan Emeksiz'in yapılan cenaze törenine katılım muhteşem olmuştu. Beyazıt Meydanındaki tören ve cenaze alayı tüm üniversite gençliği ve halkın katılımıyla unutulacak gibi değildir.

***

Yönetimi ele geçiren "Milli Birlik Komitesi" bir an önce seçimleri yapıp demokratik yaşama geçmek arzusundaydı. Buna bağlı olarak İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan bir heyete yeni bir anayasa yapma görevi verilmişti. Heyet; Rektör Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar, Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Dr. Naci Şensoy, Prof. Dr. Hüseyin Nail Kubalı, Prof. Dr. Ragıp Sarıca, Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya ve Doç. Dr. İsmet Giritli'den oluşmaktaydı.

Biz gençler gelecek günlerin tüm ülke için yararlar getireceğine kesinkes inanmaktaydı. Özlenen Atatürk dönemi sanki geri gelmişti. Oysa; bilinmez ki ülke, daha neler yaşayacaktı. Gün gelir onları da bir başka yazı dizimizde anlatmaya çalışırız.

İçtenlikle kalınız...