Sizin öykünüz nasıl yazılıyor bu hayatta?
Hiç merak ettiniz mi?...
"Hadi Be Oğlum" filminin bir sahnesinde, yaşlı babası Haşmet ile birlikte balıkçılık yaparak hayatını sürdüren Ali, babasının desteği ile büyütmekte olduğu bebeği Efe'yi zar zor uyuttuktan sonra, babasına dert yanmaya başlıyor.  
"Ben bakamıyorum bu çocuğa... Anası gelsin baksın!" diyor babasına. "Yetemiyorum bu çocuğa anladın mı?" diye devam ediyor konuşmasına; yaşadığı tüm zorlukları aynalayan gözlerindeki derin hüzün ile...
Yaşlı baba ise oğluna bakıyor ve büyük bir güvenle yanıtlıyor oğlunu: "Yeteceksin!... Ben sana nasıl yettiysem, sen de öyle yeteceksin..."
Baba oğul konuşmaları devam ederken, şöyle bir şey diyor Ali babasına: "Peki ya benim öyküm ne olacak baba?..."
Babası yine kendinden emin bir şekilde oğlunu yanıtlıyor: "Senin öykün içeride uyuyor oğlum..."
O gece Ali'nin öyküsünü de taşıyarak uyuyan bebek Efe, iletişim sorunları olan bir çocuk olarak çıkıyor sonrasında filmde karşımıza.
Konuşmuyor, gülmüyor, oynamıyor Efe...  
Ne babası, ne dedesi, kimsenin yüzüne bakmıyor, kimseye sarılıp, öpmüyor...
Dedesi akşamları uyurken usul usul gelip kokluyor, öpüyor torununu. Kaptan Ali derseniz, O'nun da içi dopdolu...  
Engin bir deniz gibi oğluna duyduğu o sonsuz sevgi ile dolup taşıyor içi. Yaşarken, oğlu için de yaşıyor...
Oğlu için de konuşuyor, gülüyor, oynuyor. Hep bekliyor bir yandan da...
Bir kere de olsa; tek bir kere, oğlu da O'na baksın, gülsün, "baba" desin diye.
Oğluna duyduğu o muhteşem sevgi oğlunun bakışından, sesinden de hayata karışsın istiyor.
İçin için oğlunun da ona bakacağı, sesleneceği bir anı beklerken; her gün, her an, Efe'ye biraz daha ulaşabilmek için olağanüstü bir çaba göstermeye devam ediyor... Bir yandan çok eksik, bir yandan çok dolu hissederek.
Böylelikle ben de kendimi, bir yanımda küçük Efe, bir yanımda Kaptan Ali ve bilge babası Haşmet, soluğumu tutmuş, sevgi ile yazılıp şekillenen bu üç insanın öyküsünün içinde buluveriyorum sevgili okurlar...
Film bittiği anda ise... Kalemim tüm gücüyle canlanıyor elimde!
Filmden yola çıkıp, filmin ötesine taşıyor beni. "Sevmek nasıl bir şey ya?" dedirtiyor önce bana.
Hayatta yaşadığım sevgileri düşündürtüyor. Sonra sevgiyi kendi içimizde değil de karşılaştığımız engellere, zorluklara göre şekillendirdikçe, nasıl da onun gücünü, ilhamını, muhteşemliğini kırdığımızı göstererek, asıl soruya taşıyor beni!
Becerebildin mi gerçekten sevmeyi sen bu hayatta arkadaş?
Sevebilmek bir insanı...
Sadece "O" olduğu için...
Ondan, varlığından, oluşundan mutluluk duyarak. Sorgusuz, sualsiz, hesapsız...
Karşılığında sevildiğini bilmeyi bile beklemeden...
Sevginin karşısında durabilecek hiçbir engele, zorluğa takılmadan...
Araya acılar, kaçışlar koymadan her zorluğun, engelin arkasından...
Nihayetinde de asıl olana bakabilmek kendinde!
"Becerebildim mi ben bu hayatta gerçekten sevmeyi arkadaş?" diyebilmek.
"Kaçmadan, korkmadan, ne kendimi ne karşımdakileri kandırmadan, içimdeki o muhteşem duyguya hak ettiği değeri, yeri verebildim mi?"
"Sevgi ile akan kendi gerçek öykümü yaşayabildim mi sonunda ben bu hayatta?"
Tüm o güzelliği ve yakışıklılığı görünüşünden öte içine vuran Kaptan Ali'den öğreneceğimiz gerçekten çok şey var...
Bu sevgi dolu izler bırakan şölene davetlisiniz sevgili okurlar...!