Süper Lig liderine konuk olduğun bir hafta. Maç öncesine gidelim.
Beşiktaş son lig maçında Karabükspor'a mağlup oldu. Bu maçta Karabük çok fazla koştu, Beşiktaş sahada hiç görünmedi.
Beşiktaş, cuma gününün ilk saatlerinde Avrupa maçı oynuyordu. O maç bitti, bindi uçağına, İsrail'den Türkiye'ye döndü. 1 gün dinlendi, 1 gün antrenman yaptı, Akhisar Belediyespor önünde sahaya çıktı.
Akhisar'ın rakibi yorgun Beşiktaş idi. İlk taktik, saha içinde daha da yormak üzerine olmalıydı. Hem çok koşacaksın hem de sert oynayacaksın. 120 km'ye yaklaşmak gerekirdi, sadece ve sadece 111.5 km'de kaldı. Beşiktaş'ı da koşturması gerekirdi, onlarda sadece ve sadece 107.7 km. koştular. Bir de üstüne o kadar temassız oynadılar ki, Beşiktaş antrenmanlarda bile bu kadar rahat oynamıyordur. Beşiktaş pas yaptı, Akhisar topun peşinden koştu. Bir ara Beşiktaş yaklaşık 2 dakika boyunca, Akhisar yarı alanında pas yaptı, yeşil siyahlı oyuncular topun peşinden koşup durdu. Bir Allah'ın kulu çıkıp da, 'pas yollarını tıkayalım, pas yapamasınlar' diyemedi. Yani o koşu mesafesinin çoğu işe yaramayan boş koşu.
Sahada en tehlikeli oyuncu Quaresma. Üzerine bir kişi oynayacak, top göstermeyecek. O zaman takımın yarıya yakın gücünü düşürmüş olursun. Böyle maçlarda Quaresma rayından çıkıyor, topu bırakıp, rakibiyle oynamaya başlıyor. Hayatındaki en rahat maçlarından birini oynamassına izin verdiler. Hep boştu. 2 adamı birden bile arka arkaya çalımladı, hiç bir engelleme yaşamadan geçti gitti.
Beşiktaş defanstan hep kısa pas yaparak çıkan bir takım. Oradaki bir baskı, hataya zorlar, kısa yoldan gol pozisyonu yakalarsın. Böyle de pozisyon yakaladı Akhisar ama yüzde yüzlük golü kaçırdı.
Kaleci Fabri, hemen hemen her pozisyonda kalesini terk edip, açıyı kapatmayı tercih ediyor. En zayıf tarafı, kaleye yaklaşmadan, aşırtma vurulan şutlardır. Akhisar böyle pozisyon da buldu, aşırtma yapmak yerine, topu sürüp, kapanmış açıdan gol atmaya çalıştı. Ancak attığı tek golde Olcan Adın, topun dibine girdi, Fabri'nin üzerinden yaptığı vuruşla golünü attı.
Akhisar, Beşiktaş'ı hiç çalışmamış. İlk yarı Beşiktaş Akhisar'ın izin vermesiyle rahat rahat oynadı ve istediği skoru aldı. İkinci yarı Beşiktaş yorgunluğun ve skorun etkisiyle durakladı, Akhisar'a oynama izni verdi. Ama yeşil siyahlılar bunu hiç iyi değerlendiremedi. Beşiktaş'ın o gün böylesine bir gücü yoktu, bu gücü rakibine Akhisar verdi ve puan almak için hiç bir şey yapmadı.
Maç sonu Tolunay Kafkas'ın yaptığı açıklamalar çok vahimdi. Akhisar'ın gücü kesinlikle bu kadar değil ve karşısındaki rakip de bir Barselona değil. Bir takım bu kadar nazik top oynatılamaz, oynadığında da kabullenemez. Amatör takımlar bile Akhisar'dan daha sert bir futbol oynuyor. Bu takımda ya bir an evvel ya bir şeyler değişecek ya da... Çünkü Tolunay'ın dediği gibi değil durum: Çaresiz kalmayacaksın, çare üreteceksin. Eğer üretemiyorsan, o görevde ne işin var?
Bazılarının hayran kaldığı Talisca golünden de bahsetmeden edemeyeceğim. Bazı kişiler hayran kalabilir ama bana göre bu amatörler de dâhil hiç bir kalecinin yemeyeceği bir şuttu. Maç boyu açı kapatmakta çok başarılı olmuş Bora, 100 km. hızla giden bu şutta çok büyük hata yaptı. Şut çekeceğini anladı. Güzel, güzel ama anlar anlamaz 2 kere geriye doğru sıçradı. Bu sıçrama esnasında yakalanınca, topa uzanamadı, yerinde kalakaldı. Sadece ve sadece sıçramadan yerinde durması bile, o topu rahatça kontrolüne almasına yeterdi.

Düşman kardeşler

Maç çok hızlı başladı, hem tribünde hem de saha içinde. Tribünde meşaleler, dumanlar, saha içinde ise yüksek tempo ve pozisyonlar vardı. Oyun dengeli giderken, karşılıklı 2 pozisyon üretildi ve sonrasında Balıkesir sazı eline aldı, çalmaya başladı. Assolist Burak Çalık'tı. Her atakta ismi vardı. Tüm toplar ona oynandı. O da bunları çok iyi kullandı, hem goller attırdı ve hem de attı.
Atılan golleri anlatmak doğru olmaz, yenen golleri anlatmak daha doğru olur. Çünkü gol atanların marifetinden çok, yiyenlerin marifetleri ön plandaydı. Burak Çalık'ın bu kadar boş bırakılması, topla oynamasına bu kadar çok izin verilmesi akıllara zarar bir durumdu. Bandırma sahaya sağ bekten yoksun 10 kişi ile mi çıktı diye kadrolara baktım, sahaya baktım, 11 kişi vardı. Sağ beke ne olmuştu? Feyyaz Uçar'a sorsaydık, o bilebilir miydi acaba?
Dakika 36. Her zamanki gibi Burak Çalık yine çizgi yakınına kadar indi. Onu Emre Güngör karşıladı. Topu geriye oynamak zorunda kaldı. Emre de Burak'ı bıraktı, yerine, stoper bölgesine gitti. Burak bomboş kalmıştı. Yorulmuş olsa gerek, topu beklemiyordu ama tekrardan ona oynandı. Normal, çünkü ceza alanının hemen yanında yapayalnız durumda. Maçta oynamak yerine, izlemeyi tercih eden Ömer Kandemir, Burak'ın bomboş olduğunu ve topu tekrar aldığını görünce, mecbur kalıp, ona doğru koştu. Ama iş işten geçmişti, yetişmesi imkânsızdı. Güzel bir yerden seyrediyordu maçı, keyfini bozmasına hiç gerek yoktu aslında. Burak'ın attığı golü pek iyi göremedi koştuğu için!
2. yarı Balıkesir, skorun verdiği avantajla tempoyu biraz düşürdü ama Bandırma hızlandırmaya gayret etti. Her ne kadar farkı kapatmak istese de, bu sahaya diziliş ile, bu mücadele ile, bu defans ile yapması imkansız gibi bir şeydi. 6 kişilik Bandırma defansı, 2 kişilik Balıkesir hücumcularında bile pozisyon veriyordu. Orta sahayı geçtim, ceza alanları içindeki rakiplerine bile markaj yoktu. 1 metreden daha yakınlarına girmiyorlardı. Şike yapsan, bu kadar olmaz, hemen anlaşılır çünkü. Ne Balıkesir'in şikeye ihtiyacı var ne de Bandırma'nın şike yapacak durumu...
5. golde de saha zemini asist yaptı. Bandırmalı defans oyuncusu vurmak için ayağını savurduğunda, top yerden birden sekti, ayak boşa top da bomboş durumdaki Foxi'ye gitti. Skor oldu 5-0.
Maçın sonlarına doğru Burak sağ tarafa geçmişti. Orada da topla buluştu. Karşısında 2 kişi vardı. Oyunun yönünü değiştirdi. O 2 kişi, topla beraber sol tarafa gittiler, Burak'ı ceza alanı içerisinde bomboş bıraktılar. En yakın Bandırmalı oyuncu 5 metre ilerisindeki kaleci. Diğerleri ile 10 metre fark var. Doğa topu oraya aktarabilse, 6 olacaktı.
Maç küfürlerle başladı, küfürlerle bitti. Aynı ilin takımlarının, birbirine ne kadar düşman olduğunu öğrenmiş oldum. Sanırım en büyük düşmanlar, aynı ilin takımları ülkemizde. Belki de dünyada da...

Manisa tatilde

Evvelsi haftaya kadar küme düşme potasında olan Manisaspor, hep küçük görülmüş, 3 puanlık maç olarak değerlendirilmişti rakiplerince. Eskişehir maçından sonra dikkate alınmaya başlamış olduğunu Giresunspor gösterdi herkese.
Karşısında bu sefer yenmek için sahaya çıkmış değil, gol yememek için oynayan bir takım vardı. Geçen haftalardaki galip geldiği maçlara göre senaryo değişmişti. Alışık olmadığı bir şeydi. Rakip kapanıyor, alan daraltıyordu. Misafir böyle davranınca, ev sahibine de topla oynamak, pas yapmak, yüklenmek düşerdi, öyle de yaptı.
Bu oyun sistemi konuk takımın işine yaradı. Tarzanlar, her zaman rakiplerine karşı kullandığı silahla, kendileri vuruldu bu sefer. Hızlı hücumlarla biri penaltıdan 2 gol yedi, 2-0 geriye düştü. Ama 1 kere defansı önde yakaladı, onda da defans arkasına atılan topla golü bulup, farkı 1'e indirdi.
2. yarıda da format aynıydı. Gol olacaksa, bir hatadan ya da şans eseri olacaktı, olmadı. Haftalardır güzel oynadığını söylediğimiz Manisaspor, bu hafta yoktu ortada. Akla gelen tek şey, son 2 haftada atılan 10 golün verdiği aşırı güven ve rehavet. Olabilir mi? Olabilir...

Evinde misafir kalmak

Yer Bornova Stadı. Kâğıt üzerinde, ev sahibi takım Altınordu, konuk takım ise Adana Demirspor ancak tribünlere baktığımızda durum tam tersi. Statta sadece Adana Demirsporlu taraftarların sesi çıkıyordu. Maalesef Altınordu'nun kaderi hep böyle.
Saha içinde ise ne ev sahibi takım vardı ne de konuk takım. Ceza alanına girmeden oynanan bir oyun. Yakalanan ilk pozisyonda Altınordu öne geçti. İlk yarıda başka bir şey de yaşanmadı anlatılabilecek.
2. yarıya konuk ekip hızlı başladı. Topa sahip oldu, Altınordu'ya oynama imkânı vermedi. Baskıyı kurdu, golü de atmayı başardı. Bunlar futbolu hatırladığımız dakikalardı; kısa sürdü. Oyun yine orta sahaya sıkıştı kaldı. Bu yarı bir kaç pozisyon görme olanağımız oldu, hak yememek lazım. 90+2'de karambolden çıkan topa Beykan çok sert vurdu, takımına 3 puanı getiren golü attı.
51. dakikada Okan Derici'nin duran topta ceza alanı içine orta yapması beklenirken, orta şut karışımı bir vuruşla topu farklı bir şekilde auta attı. Bu kadar kötü bir vuruş, bu düzeye gelmiş bir oyuncuya hiç yakışmadı. Pozisyonun yok denecek kadar az olduğu bu ligde, bu tür duran topları da iyi değerlendirmek şart.

Sevinsek mi üzülsek mi?

1 puan mı kazandı, 2 puan mı kaybetti?
Göztepe, bildiğimiz Göztepe. Sakin top oynamaya çalışan, Halil ve Jahovic'in gayretine bağlı bir takım. Ligin ilk yarısı 4. viteste gitti ve böyle tamamladı. Hatta bazı maçlarda 5. vitese de taktığı oldu. Sonra 3. vitese düştü ve orada da kaldı.
Şanlıurfaspor deplasmanındaki oyunu da 3. vitesteydi. Daha çok topla oynamasına rağmen pozisyon yoktu, çünkü kaleye gidemiyordu. İlk önemli pozisyonu ev sahibi takım yakaladı ve Günay'ın hatasından da faydalanıp, takımını öne geçirdi. Geçen hafta Denizlispor'un kalecisi Asil Kaan Güler'in yediği golün bir benzeriydi. Sol tarafta çekilen şut, yakın direk dibinden ağlarla buluştu. Günay, şut çekileceğini önceden sezip, açıyı kapatabilirdi. Yapamadı.
Gol, oyun şeklini pek değiştirmedi. 58'de yapılan bir hata da 2. golü getirdi. Basit hatalar sebebiyle fark 2'ye çıkmıştı. Oyunda yine pek bir değişiklik göremedik. Ta ki son dakikalar yaklaşıncaya değin...
Her zaman Göztepe önde olduğu maçlarda son dakikalara doğru iyice kapanır, gol yerdi. Bu sefer Şanlıurfa kapandı. 90 dakika bitti. 6 dakikalık uzatma verildi. Kimin aklına gelirdi ki bu dakikadan sonra Göztepe 2 gol atsın? Mucize gerekliydi artık ve o mucize de oldu. 92 buçuk oynanırken rakip kalecinin bir hediye penaltısıyla ilk gol geldi. Ardından bir gol daha... İnanması güç ama 3. golü atması bile içten değildi. Bu gidişat ona bile inandırdı. Şansı vardı, olmadı. Maçın düdüğü 1-2 dakika geç çalsa, olabilirdi de...
Maç 2-2 sona erdi. Ama kesinlikle son dakikalardaki oyuna ve atılan 2 gole aldanmamak gerekir. Şanlıurfalı oyuncular daha maç bitmeden kendilerini galip gördüler, oyundan iyice uzaklaştılar. Bu oyunla Göztepe ilk 2'ye giremeyeceği gibi, ilk 6'yı bile tehlikeli görüyorum. Kadro olarak üstünlüğünü rakiplerine saha içinde de göstermeli, kişiler üzerine dayalı değil, takım olarak oynamayı bir an evvel öğrenmeli.

Cristian Leonel Ramírez Zambrano

Fenerbahçe'nin geçen hafta oynadığı Avrupa Ligi'ndeki Krasnodar takımının sol beki Cristian Ramírez oldukça dikkatimi çekti. Yaşı 22. Ekvatorlu. Yolu Almanya'dan da geçmiş. Lens ve Şener'e karşı oynadı. Bu oyunculara karşı öyle bir pozisyon aldı ki defansta karşılarken, çok beğendim.
Dibine girip basmak kesinlikle yoktu. 1 metre uzakta, açı olarak da içeriye orta yapmasını engelleyecek bir yerde durdu. Duruşu da arkaya doğru ani koşulara karşılık verip, hemen hızlanabileceği yan şekildeydi. Orta yapmalarını engelleyip, Fenerli oyuncuları koşu yapmaya zorladı. Koşuya başlandığı anda çok çabuk hızlandı, rakibinden de daha hızlı oldu, geçme izni vermedi. Bu yaşta bu kadar akıllı bir oyuncu görmek zor. Takip edilmesi gereken bir genç...