Olmuşların, bitmişlerin üzerine yazı yazmanın bir ölçüde hem anlamı yoktur. Yoktur yoktur ama belki de gelecekteki çalışmalar için yol gösterici olmanın ötesinde yazılanlar; alınabilecek derslerin anlaşılmasına yardımcı da olabilir.
Ben sözümü fazla uzatmayayım. Geçen haftaki, DUCE başlıklı gazete yazım milli takımımızın Fransa'daki  EURO 2016 Futbol Şampiyonasındaki ilk iki maçındaki silik oyunu ve aldığı başarısız sonuçlar üzerine düzenlenmişti. O yazımda not olarak belirttiğim gibi Hırvatistan'a ve İspanya'ya yenilmiş salı günü yapılacak Çek Cumhuriyeti maçını bekliyorduk. Günlerden Pazartesi idi ve ben bir ölçüde karamsar bir yazıya imza atmıştım.

O yazımın temel konusu; Türkiye Futbol Direktörü sanıyla görev yapan Fatih Terim'in Milli Takımı çalıştırmalarındaki hatalı davranışları yanında aldığı ücretin de fazlalığı idi. Nitekim; turnuvaya katılan takımların teknik direktörlerinin aldıkları ücretlerin sıralamasında Sn. Terim üçüncülükte yer almaktaydı. Ancak daha derinlemesine yapılan incelemede yani ülkelerin kişi başı gelirleri göz önüne alınarak yapılan yeni  sıralamada yerler değişiyor Sn. Terim ilk sırayı alıyordu. Öyle ya İngiltere'de ya da benzer ülkelerde kişi başı gelir seviyeleri bizim 10000 $ gelir seviyemizin üstünde olduğuna göre Sn. Terim'in bu ülkenin vatandaşlarından alınan vergilerle ödenen ücretinin de buna göre değerlendirilmesi gerekmez miydi?
Ülkemizdeki kamp bitip Fransa'ya uçarken değerli ve kıymetli, anlı ve de şanlı Türkiye Futbol Direktörümüzün İtalya'nın Duce'si Mussolini'ye benzer davranışlarla  ve konuşmalarla megalomaninin en tipik örneklerini yaşadığını hepimiz biliyoruz.
Yalnız Terim mi; elbette, anlı şanlı futbolcularımız da imam ve cemaat arasındaki ilişkiye benzer bir şekilde davranmaktaydılar.
Kısacası Turnuva öncesi  gaza gelmiştik ve havamızdan geçilmiyordu. 
Ama; terslik olacak ya ilk iki maçta hem yenilmiş hem de kişiliksiz oyunun örnekleri göstermiştik. Bendeniz de bu ortamda Pazartesi günü  Milli Takım ve Fatih Terim için biraz da kötümserlik kokan bir yazı yazabilmekteydim.

Oysa; Salı günü Çek'lerle maçımız vardı. Bu maçın sonucuna göre gruptan çıkma şansımız sürmekteydi. Dolayısıyla ilginçtir; yayın için gazetemize geldiğimde yayın görevlilerimizden ve ötesinde  çevremden gruptaki iddiamızın sürdüğünü bu durumda yazdıklarımdan ötürü zor durumda kalabileceğim hatırlatılmaktaydı.
Biz Çek'leri yenersek en iyi üçüncüler sıralamasında şansımız da yardım ederse gruplara katılabilecektik. Kısacası "Çekirgenin üçüncü defa sıçramasını" bekleyecektik.

***

Sonuçta biz; Çekleri hem de iki farkla yendik. Şimdi işimiz Çarşamba günü oynanacak maçların sonucunu beklemeye kalmıştı. O onu yenerse, diğeri şöyle berabere kalırsa, bir başkası da şu farkla yenilirse biz en iyi (!) üçüncü olarak final grubuna katılabilirdik. Kısacası  işimiz ve kaderimiz başkalarının yani diğer takımların eline kalmıştı.
Geçmişte gene bir başka Milli Takım Teknik Direktörü Mustafa Denizli'nin "İçimizdeki İrlandalılar" diye bir sözü vardı. O günlerdeki  İrlanda ile yapacağımız maç öncesi mi sonrası mı hatırlayamıyorum oluşan kamuoyu için söylenmişti galiba.
Ne garip tecellidir ki İtalya, yedi eksik futbolcusu ile çıktığı maçta İrlanda'ya yenildi ve bu sonuçla İrlanda final grubuna katılabildi. Perşembe günü sabahı yoldan geçerken duydum bir milli takım taraftarımız sinirinden  "Abi, ben artık İrlanda'lıyım" diye bağırıyordu. Doğaldır; sen kaderini başkalarının yapacağı maçlara bağlarsan millet sahaya yedi eksikle de çıkar gerekirse hatır şikesi bile yapar. Geçmişte olmadı mı?
Pazartesi akşamı iki tane sürpriz sayılabilecek sonuçları yaşadık. İtalya İspanya'yı İzlanda da İngiltere'yi yenerek elediler. Ne İtalya teknik direktörü ne de İzlanda teknik direktörü kendilerinde böbürlenme hakkını gördüler. Onlar da teknik direktör bizimki de!
Esenlikle kalınız...

TÜRKÇE İÇİN NOT:
Şohben değil ŞOFBEN (TDK Türkçe Sözlük Sh. 2229)