İklim değişikliğiyle beraber sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerinde seyrettiğini ve yağışların azaldığını belirten Acar, “Kar beklediğimiz bu dönemlerde kar ve yeterince yağmur göremiyoruz. Kuraklık kentlerde yaşayan insanları etkiliyor, böyle giderse barajlardaki su seviyesi azalacağından içecek su bulmakta zorlanabiliriz” dedi.

Kuraklığın iklim değişikliğinin önemli bir sonucu olduğuna değinen Doç. Dr. Acar çiftçilerin ürünleri kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekerek şöyle dedi:

“Barajlardaki doluluk oranı azalıyor. Normalde çiftçilerin sulama yapmasını gerektirmeyen kış aylarında sulama ihtiyacı baş gösteriyor. Sulama yapılamayınca ürünler eski verimiyle alınamıyor. Kuraklık su isteyen bitkilerin üretiminde azalışa sebep oluyor. Bu durum pazarlara gıda fiyatlarının artışı şeklinde yansıyor. Böyle giderse 2018 boyunca daha pahalı gıda tüketip, daha fazla ithalata bağlı hale geleceğiz. Çünkü içeride yeterince üretemeyince dışarıdan almak zorunda kalacağız. İthalatımız gıda bakımından çok artmış olacak.”


“İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE YOL AÇAN SEBEPLERİ ORTADAN KALDIRMALIYIZ”

Kuraklığın ana nedeni olarak iklim değişikliğine yol açan sebepleri ortadan kaldırmanın önemini vurgulayan Doç. Dr. Acar,”İklim değişikliğiyle mücadele uzun soluklu bir politika değişikliği gerektiriyor. Enerjinizi, elektriğinizi nereden elde edeceksiniz, sanayinizde nasıl girdiler kullanacaksınız, iklim değişikliğine sebep olan çıktılarınız olacak mı, olmayacak mı ? Bunların planlaması yapılmalı. Sıcaklığa ve kuraklığa dayanıklı ağaçların bulunduğu ormanlık alanlar arttırılıp, şebeke suyundaki kayıplar azaltılmalı. Ek olarak sulamada su kaybını en aza indirecek sulama yöntemleri kullanılmalı. Tarımın yapıldığı bölgelerde yağış ve nem miktarı, oraya uygun ürünleri mi ekiyoruz yoksa uygun olmayan ürünlerle mi devam ediyoruz, bunları dikkate almak önemli. İklim değişikliğine uyum açısından tarımsal üretim desenimizi yerine göre değiştirmemiz gerekebilir.  Örneğin bugüne kadar şeker pancarı yetişir diye bildiğimiz yerlerde belki artık çok su isteyen şeker pancarı yetiştirmek mantıklı olmayabilir. 10’uncu Kalkınma Planı’nda tarımda su kullanımının etkinliğini artırmak hedefleniyordu ve kuraklığa dayanıklı bitkilerin geliştirilmesi, ekilip dikilmesi destekleniyordu. Bundan sonraki kalkınma planlarında da bu gündeme gelecektir, ancak başarıyla uygulamaya da geçirilirse kuraklıkla daha iyi mücadele edileceğini, uyum sağlanabileceğini düşünüyorum” diye konuştu.


2030’DA SU FAKİRİ BİR ÜLKE OLABİLİRİZ”

Yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ekonomik değerini bilmemiz gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Acar, “Böyle giderse Türkiye su kıtlığı sorunuyla daha fazla karşı karşıya kalabilir. Hatta Dünya Bankası’nın yaptığı bir çalışmaya göre nüfus artışı da dikkate alındığında Türkiye su fakiri bir ülke olmaya iyice yaklaşıyor; 2030’da kişi başı kullanılabilir su miktarı yıllık bin 120 metreküpe düşebilir. İktisadi değerleme yöntemleriyle suyun ekonomik değerini ölçebilirsek, su kaynaklarına verilen çevresel zararın maliyetinden haberdar oluruz, su kalitesini iyileştirecek yatırımlar yaptığımızda bunun bize ne gibi faydalar getirebileceğini analiz edebiliriz. Su arzını arttırmaya, su depolamaya, dağıtım altyapısına yapılacak yatırımlarının fizibilitesine dair bir fikrimiz olur. Kıt olan suyun farklı sektörler arasında nasıl tahsis edildiğini görebiliriz. Doğru bir tahsis yöntemi mi? Suyu daha az kullanarak, su girdisini azaltarak üretim yapmak mümkün mü? Öyle bir üretim düzenine geçmek olası mı? Diye düşünerek planlamaya gidebiliriz.  Yani su değerlemesi de kuraklıkla birlikte gündemimize girmesi gereken bir konu.” diye uyardı.