"Bir çocuğun ölümü yalnızca kendi ölümü değildir, başka çocukların da ölümüdür. Onun ölümüne neden olanların çocuklarının da ölümüdür. Bir çocuğun ölümü ağırdır, uzundur, yazılması zordur.

Bir çocuğun ölümü büyüktür ve çocuk ölür, ölümü büyür. Ölümün büyüdüğü yerde ise her şey küçülür, ülke de, cennet de, hayat da, gelecek de, düşler de. Büyükler mi?
Onlar zaten küçüktür!.."
İç yakan gerçeğimiz bu kadar iç yakarak yazılabilirdi. Her okuyuşumda içimi titreten bu satırlar Haydar Ergülen'in "Çocukluğun Ölümü" başlıklı yazısından  alıntı.
20 Kasım'da kutlanacak(!) "çocuk hakları" günü vesilesiyle, cicili bicili kutlamalar yerine, çocuklara yapılan haksızlıklarla yüzleşelim istedim. Haklardan çok haksızlıklardan nasipleniyor yurdum çocukları ve kadınları. Ve birileri çıkıp bu önemli günlerde bir iki cilalı söz ile geçiştirirken, kadından, çocuktan yana(!) olduğundan dolanarak demokrat kişilik sergiliyor aklınca. Böyle günler maskelileri çoğaltırken, sorunlar yenilerinin yığılacağı halı altına süpürülüyor. Bir şey yapıyor görünmek prim yaparken, bir şey yapmamak sorun orada durdukça ondan besleneni besliyor.
Ölmekten beter edilen çocuklarımız da var, çocukluğunu yaşayamayan; küçük yaşta çalıştırılan, istismara uğrayan, kaybolan, zorla evlendirilen... Ne çok acı biriktiriyoruz minicik bedenler üzerinde(n)!...
Çocuk taciz ve tecavüzüne ilişkin altı bakandan oluşan bir komisyon kurulmuştu 19 Şubat 2018'de. Bir yıl dolmasına az kaldı, ne komisyondan söz ediliyor artık; ne de etkin önlemler getirileceği söylenen komisyon raporundan. (Bu arada rejim değiştirip başkancı sisteme geçildi. Hükümet gitti, başkan ve bakanları var. O komisyondaki bakanlardan sadece Süleyman Soylu  hala bakan...) Komisyon başka bir komisyona görevini devretti diye bir haber yok henüz. Bir şey yapmaya başlıyor ama gerisini getiremiyoruz. Bu arada çocuk hakları ihlalleri tırmanmaya devam etmekte.

Çocuk haksızlıklarına ilişkin gerçekçi verileri yansıtan bir rapor yanında, giderek derinleşen yoksullukla mücadele için de rapor hazırlanmalı. Şiddetin  tırmanışını, yoksullukla birlikte ele almadıkça durdurmak mümkün değil. Temelde yatan sorun çözülmeden ondan kaynaklı cehaletle savaşıyor gibi yapmak, kısır döngüde debelenerek dip yaptırıyor.
Buz dağının görünen parçasından yansıyan rakamlar ürkütücü... 2008-2016 yılları arasında kayıp müracaatlarının sayısı 104 bin 531... Aralık 2017'de, son yedi yılda en az 3 bin 947 çocuğun yaşam hakkının ihlal edildiği rapor edilmiş. Çocuk gelinler kanayan bir yara. Son on yılda 482 bin 908 kız çocuğu devlet izni ile evlendirilmiş. Son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yapmış. Çocuğun cinsel istismarında Türkiye dünya listesinde 3. sırada... Ya buz dağının altında kalan, hiç istatistiklere yansımayan haksızlıklar?!..

Çocukların korunmasından aile kadar, devlet de sorumlu. Hele üstü örtülen hak ihlallerinin çoğunun yakın akrabalar, tanıdıklar gibi "aile içi şiddet"e ilişkin olduğuna bakılınca, aileye karşı da yasalarla korunmaları gerekiyor. Hani diyoruz ya, yaşam hakkı kişinin kendisine karşı bile korunması gereken bir haktır diye; çocuk hakkı dediğimizde de, çocuğun ailesine karşı da korunması gereken hakları anlayacağız. Çocukların çocukluklarını yaşamaları başta devlet hepimizin sorumluluğudur.

Sadece suçlulara yönelik cezaların arttırılmasının sorunu çözmeye yeterli olmadığı, bunun yanında çocukları korumaya yönelik hizmetler alanı boşluk kaldırmayacak şekilde düzenlenerek kontrol ağı güçlendirilmeli; taciz ve tecavüz olaylarının önlenmesine yönelik sistemli çalışmalar Meclis, adli, kolluk, sivil güçler tarafından sıkı denetim ağı içinde yürütülmelidir.
Çocuklara haksızlık konusunda karnemize daha fazla kötü not biriktirmek istemiyorsak, sorunu hükümet sorunu diye algılamadan, her kurum kendi üzerine düşeni yapmalı.
"Bir kere olması karalamak için gerekçe olamaz"... Bunu söyleyen aile bakanı ve kadındı!... Ensar Vakfı'nın Karaman'da çocuk tecavüzü ile gündeme geldiği süreçte söylemişti. Çocukların teslim edildiği tüm kurumlar "bir kere bile olsa" bu insanlık dışılıklara tanık olmamızı önleyecek şekilde denetim altına alınmalı. Çocukların teslim edildiği kişiler çok dikkatli seçilmeli.
Çocuk çocuktur!.. Çocukluğunu yaşaması için gerekli olan koşulları sağlamak büyük dediklerimizin görevidir. Haklarından çok, onlara yapılan haksızlıkları dillendirmek zorunda kaldığımız tüm çocuklarımıza özür borçluyuz. Hakların kağıt üzerinde verilmiş olması yeterli değil, bunların uygulanabilir olması, yaşama geçirilmesi için yürütülecek çabalar için sorunun farkındalığı çok önemli. Belli günlere sıkıştırılarak geçiştirilmemesi gerekiyor çocuk haksızlıkları konusu...

Çocuk hakları, kadın hakları, insan hakları belli günlerin konusu olmaktan öteye gidemiyor. Uluslararası belgelere imza koymak, anayasal, yasal maddeler getirmek; bunlara evet ama iş yaşam alanında yer açmaya gelince, yıllar içinde yığılan haksızlıkların tanıklığının utancı kalıyor hepimize.
Cumhuriyet ve değerlerini erittikçe eriyoruz, farkında mısınız? Eşsiz lider Atatürk'ün 23 Nisan Ulusal Egemenlik gününü, 1929'da çocuklara armağan etmesinde derin bir anlam var. 19 Mayıs gençler, 5 Aralık kadınlar için armağan...

Çocuk, genç ve kadınlar... Erkek egemen kültürün haksızlıklarının en fazla yığıldığı toplumsal kesit. Atatürk'ün özlemi olan Türkiye'den uzaklaştıkça saplanıp kaldığımız egemen kültür giderek hoyratlaşıyor. Ve bizler, tanıklığın utancı ile giderek katlanan suçlara gözümüzle iliştirilmiş öylece duruyoruz.  
Haklarından çok, onlara yapılan haksızlıkları konuşacağımız bu günlerde olsun, hiçbir şey yapamıyorsanız, elinizi uzatın, uzanabildiğinizce!...
Yeter ki, çocuk deyip geçmeyin!...