Ünlü modernleşme kuramcılarından Daniel Lerner'in bir kitabında modernleşmenin esas ölçütlerinden biri empati kurabilme yeteneği olarak tanımlanır. Kendisini başkasının yerine koyup, o bağlamda düşünebilme yeteneğine sahip kişilerden oluşan toplum, ona göre modern toplumdur.
Lerner'in yaklaşımı bana hep demokrasi ile ilgili şu fikri anımsatmıştır: Demokrasi, kimsenin "Yok artık, bu da mı oldu?" demediği rejimdir.
Demokrasinin kurallarının içselleştirildiği bir toplum düzeninde, toplumu derinden sarsacak büyük sürprizler yaşanmaz. Siyasi iktidarlar, kazandıkları seçimleri geçerli kabul edip, kaybettiklerini geçersiz ilan etme imkanına sahip olamazlar örneğin.
İktidarların haz etmedikleri kişiler ile suç örgütleri arasında bağlantılar icat edilip, bu kişiler içeri tıkılamazlar.
Kurumlara güven duyulur. Kurumlar da duyulan güvene uygun hareket ederler.
Devletin terör örgütü olarak tanımladığı yapıları devlet adına soruşturanlar, o yapının unsurları olamaz.
Ya da birileri suçlulara "Masumların aleyhine tanıklık yap, serbest kalacaksın" vaadinde bulunmayı aklından bile geçiremez.
Muhalefete saldırılarda sorumluluk muhalefete yıkılamaz.
Ülkede yapılmış seçimleri soruşturan başsavcının en yakını, henüz soruşturma tamamlanmadan, siyasi iktidar tarafından ödüllendirilip, bir başka devlet kurumuna kritik bir mevkiye atanamaz.
Kişisel veriler, bir politik partinin emrine verilemez.
Devlet başkanları gazetecilere, sanatçılara, işadamlarına ve dernek temsilcilerine ayar veremez.
Kaynaklar nepotizm ağlarıyla dar bir çevreye peşkeş çekilemez.
Terörist başına yapılan kolaylıkları normalleştirme misyonunu sahiplenen bir parti, başka partileri aynı bağlamda suçlayacak kadar gaflet ötesi bir duruma savrulamaz. Demokraside böyle tiyatrolar oynanamaz.
Demokrasi, kibir değildir. Demokrasi, haksızlık değildir. Demokrasi, adaletsizlik değildir. Demokrasi, sessizlik değildir.
...Demokrasi, kimsesizlik değildir.
Kanser ilaçlarını alamayanların, kalp pilini taktıramayanların, yatağa aç girenlerin olduğu; üstelik bu durumun sıradanlaştığı; birilerinin de nepotizm ağlarıyla servetlerine servet kattıkları bir ülkede demokrasiden söz edilebilir mi?
Demokrasi de empati rejimidir. Yönetenin yönetilenden koptuğu, onun sorunlarını kavrayamadığı, onu konuşturmadan onunla konuştuğu bir ülkede yapılması gereken şey, demokrasiyi tüm kurum ve kurallarıyla inşa etmeyi hedefleyen bir empati ittifakını oluşturmaktır.
Bir yüzyıl sonra da 19 Mayıs'ı 30 Ağustos'a taşıyacak yol, Mustafa Kemal Atatürk'ün emperyalizm karşıtı ve halkçı yolu değil midir? Halkçılığı ve emperyalizm karşıtlığını sahiplenmeden, gerçek demokrasiyi kurabilmek mümkün müdür?