Hafta sonu İstanbul, İzmir şehirlerinin derbileri oynandı. Derbi teriminin nereden geldiğini merak edebilirsiniz. Derby (derbi) terimi ilk defa İngiltere'de 1780'lerde yılda bir kez yapılan, üç yaşına gelmiş atların katıldığı yarışlar için kullanılmıştır. Bizdeki Gazi Koşusu bunun tam karşılığı aslında. Kelime, o dönem İngiltere'de bir şehir olan "Derby"den geliyor. Çünkü ilk olarak Derby'nin kontu başlatmış bu yarışları. Günümüzde sadece futbol terimiymiş gibi kullanılan derbi kelimesi, özellikle 1980'li yıllara kadar İngiltere'de aynı şehrin takımları arasında yapılan karşılaşmalara denmiştir.

Dün, Beşiktaş-Galatasaray arasında oynanan İstanbul derbisi ile birlikte hafta sonu Altay ile Altınordu arasında İzmir derbisi oynandı. İstanbul derbisi tüm spor kamuoyunda bol bol konuşulurken, İzmir derbisi iki takım taraftarı dışında kaç kişi tarafından takip edildi meçhul. Oysa İzmirli her ortamda İzmirliliği ile övünür, çekirdeğe çiğdem, domatese domat demesini ayrıcalık olarak görür. Sıra armasında İzmir yazan takımlarına gelince ise kör, sağır, dilsiz olmayı tercih eder. Bunu başarıya endeksleyen dostlarımıza önerimiz, Avrupa kupalarında sürekli hayal kırıklığı yaratan takımlarını bırakıp sürekli başarı kazanan Real Madrid, Barcelona ve Juventus gibi takımların taraftarları olmaları. O zaman takımlarıyla sürekli mutlu olma garantileri olabilir.

İzmir derbisi güneşli ama oldukça soğuk bir havada oynandı. Atatürk stadının devasa tribünlerinin büyük bir bölümü boştu. Altay seyircisi rakibine göre çok daha fazla ve maç boyu çok daha ateşli olsa da sahadaki vasat futbol, kendi futbolcularının bireysel hataları onların da heveslerini ve motivasyonlarını olumsuz etkiledi. Futbolda bir deyim vardır, sabaha kadar oynansa gol olmaz diye. Dünkü maçta her iki takımın bireysel hataları olmasa bu sınıfa girebilecek bir derbi yaşanmış oldu. Seyircinin giderek azalmasını Türk futbolunu yönetenler iyi analiz edemezse, ilerleyen zamanda Malezya, Singapur gibi İngiltere ligi maçlarını takip eden, bu ligin takımlarının taraftarları olan kitlelere sahip bir Türk futbol kamuoyu olabilir.

İlk defa çok sevdiğim bir büyüğüm olan Mehmet Mütevellioğlu'ndan '1960'larda İzmir'de en çok seyirci Altay ve Altınordu'da idi' tespitini duyduğumda ne yalan söyleyeyim Mehmet abinin karıştırdığı ya da abarttığını düşünmüştüm. Alsancak stadında oynanan maçlarda tribünlerin tamamen dolduğunu söylüyordu. Bana olanaksız gibi geliyordu. İlerleyen zamanda birçok o dönemi birebir yaşamış büyüğümden aynı tespiti duyunca bu beni şaşkınlığa uğrattı. Geçen 50 yılda neredeyse tüm dengeler değişmişti. Bu dengelerin değişmesinde elbette iki kulübün yöneticilerinin payları vardır. Ama aynı döneme damga vurmuş birçok kulübün bugün varlıklarını sürdüremediğini düşünürsek 50 yılda çok şeyin değişebileceği ihtimaline yer verebiliriz. Örneğin Başakşehir ile Kasımpaşa arasında oynanılan derbi maçı için Olimipiyat stadında 80 bin kişi heyecan yaşarken, aynı gün oynanılan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi boş tribünlere oynanabilir. Tarih bunu İzmir için yazmışsa, İstanbul için neden yazmasın. Çok fantastik görünüyor olsa da ihtimal ihtimaldir. Başarı sevdalısı taraftar kitlelerinin tercihlerinin değişme olasılığı da az değildir.

Çok sevdiğimiz kulüplerin, bizden sonra da var olmasını diliyorsak onların günlük başarıları kadar, onları var eden ülkülerin, tarihi geçmişlerine de sahip çıkmalıyız. Takımını çok sevdiğini iddia eden taraftar sadece skora değil aynı zamanda kulübün tarihine, var oluş sebeplerine de aşık olmalıdır. Çocuklarımızın, torunlarımızın bizlerin sevdalısı olduğu takıma mensup olmalarının tek yolunun bu olduğu düşüncesindeyim.