Deprem İstanbul'daydı ama tüm İzmir de endişe ile izliyordu. Acaba daha ötesi var mıydı? Ne de olsa deprem kuşağındaydık biz de.
Deprem haberi geldiğinde hemen İstanbul'daki babamı aradım.
-Baba iyi misin?
-İyiyim.
-Depremi hissettin mi?
-Açık havada idim, pek hissetmedim.
-Ama şiddetli imiş?
-Herhâlde. Çünkü çevre binalardan insanlar dışarı fırladı. Bir iki kişi çığlık attı. Benim gibi kımıldamayıp izleyenler de vardı. Herhâlde dışarıda olmanın da bir güvenlik hissi var.

***
Deprem deyince babam açıldı. Dedeme kadar gitti konu.
Başlattı anlatmaya: Biliyor musun, sıçanlar bizden daha iyi hissediyormuş depremi.
Dedem ne zelzele kelimesini kullanırmış, ne de deprem. Hareket-i arz dermiş, yani yerin ya da toprağın hareketi. Köhne bir terim gibi görünse de, şimdi kullandığımız kelimelerden çok daha iyi anlatıyor sismik hareketi.
Yaklaşık 20 yıl önceki İzmir depreminden bir anekdot anlattı:
Güzelyalı'da herkes kendini sokaklara atarken, bir de bakmışlar Yeni Asır'dan Hürol Dağdelen, eşi ve kayınvalidesi ellerinde bavullarla evden çıkıyorlar.  Paniktekilerden birisi söylenmiş, 'Yahu ne insanlar var... Sanki günler önceden depremi bilmişler de hazırlanmışlar.' Oysa Hürol, kayınvalidesini otobüse uğurlamak için, ellerinde bavullarla apartmanın dış kapısından tam dışarı çıkarken olmuş deprem.
-Baba sıçanlardan söz etmiştin?
-Şimdi geliyorum oraya... Aynı depremde köpeğim Bianca yerinden kıpırdamamış. Bekçiyi aradım, sordum. Etkilenmedi, 'Gece nöbetinin bittiğine karar verip, uykusuna devam etti' dedi. Oysa 'Hayvanlar daha önceden hisseder, huzursuzlaşır' derlerdi.
Hemen araştırdım tabii. Kediler hemen saklanır ve dışarı çıkmayı ret ederlermiş.  Tavuklar yükseklere tüner, birbirlerine sokulur ve histerik hareketlerde bulunurmuş. Köpekler sürekli havlar, evin içinde sahibinin arkasından ayrılmayıp sürekli odadan odaya takip ederlermiş. Fareler sarhoş gibi sallanır ve vücutlarında kasılmalar olurmuş.  Sıçanlar ise endişeli ve tetikte sağa sola bakınır, sık sık zıplar ya da kasılıp çömelir gibi hareketler yaparlarmış. Al sana sıçanların deprem dansı...
Daha bitmedi. Domuzlar birbirinin kuyruğunu ısırır, midyeler daha yüksek kayalara yapışır, balıklar sudan dışarı fırlar, ayrıca sürüler halinde, hızla derinlik değiştirirlermiş.
Bu arada o depremden sonraki yayınlarda konuyla ilgili ilginç haberler arasında petler için acil deprem çantası da vardı. Okuyucuları pek sinirlendirmişti. Oysa ilginçti. Bak neler vardı 'Pet Deprem Çantası'nda:
En az 2 kiloluk kuru mama, küçük bir battaniye, 1,5 litre su, iki plastik küçük kap, pet ilk yardım çantası, çamaşır ipi (bir şeyleri bağlamak, tutmak ya da çekmek için), enfeksiyonlara karşı antibiyotik, acil tıbbi müdahale için orta boy yorgan iğnesi ve diş ipi.
Japonya'da kediler için etrafı çelikten içinde küçük bir sabit su kabı da bulunan kedi evleri kullanılmakta imiş. Şayet kedi bu evi benimser ve burada uyumayı alışkanlık haline getirirse, deprem anında bu mekânı güvenilir sayarak sığınabilir ya da çıkmayabilirmiş.
-Ama baba bunlar depremin magazini. Gazete olarak asıl konulara, tedbirlere, binaların güçlendirilmesine hiç odaklanmamışsınız.
-Haklısın.  Hatta o dönemde Yılmaz Özdil de bunun cılkını çıkardı. Rastlantılardan genellemelere giderdi. Örneğin depremlerden hemen sonra mutlaka bir uçak düştüğüne dair teorisini, her depremde tekrarlardı. Neyse ki İzmir depreminden hemen sonra düşen bir Nijerya uçağını gözümüze sokmadı.
Sabah gazetesi İzmir depreminden sonra çok ayıplanacak bir şey yapmış, günün İzmir valisinin bulunduğu her kentte bir afet yaşandığını yazarak o yöneticiyi hak etmediği şekilde incitmişti.
Evet, gazeteler ana konuya yoğunlaşmıyorlar; ayrıntılara, yarı magazin haberlere yer veriyorlar. Basın son depremden sonra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu afet toplantısına katıldı/katılmadı, çağrıldı/çağrılmadı gibi saçmalıklarla uğraştı.
Gazetedekilere şu anekdotu anlatmıştım odaklanma konusunda:
Amerika-Kanada sınırından her hafta, motosikletli bir adam geçer. Kanada sınır muhafızları ve Mounty denilen atlı polisler her seferinde adamı durdururlar. Motosikletin oturma yerinin arkasındaki, iki taraflı, heybe benzeri kocaman torbalara takılır gözleri.
Soru da, cevap da hiç değişmez.
-Torbaların içinde ne var?
-Taş var.
Hemen açarlar torbaları incelerler. Gerçekten taş bulurlar torbalarda.
-Bu taşların özelliği ne?
-Taşlara bayılırım. Amerika'dan Kanada'ya taş götürüyorum. Yasaksa haberim olsun. Ben, yasak değil diye götürüyorum.
Sınır görevlileri 'Yoo telaş etme' derler, 'Hiçbir sakıncası yok. İstediğin kadar taş getir. Ne de olsa Amerika'nın taşını Kanada'ya taşıyorsun. Amerika küçülüyor, Kanada büyüyor.' Ve gülerler...
Fakat dönüşte de toprak taşıdığını görünce şüphelenirler. Bunun açıklamasını isterler. 'Bu kez de' der, 'Kanada toprağını alıp, Amerika'ya götürüyorum. Denge bozulmasın. Kimsenin toprağı küçülmesin.'
Bu kez avadanlık çantasını, motosiklet farını, lastiklerin içini, hatta benzin deposunu bile ararlar.
Her defasında didik didik aramalarına rağmen bir türlü bulamazlar bu adamın neler çevirdiğini, ancak artık bir kaçakçılık konusu olduğuna artık emindirler.
Adam artık herkesle senli benli olur. Her defasında pervasız, sigarasını tüttürür, 'Arayın çocuklar' der, 'İsterseniz köpeklere de arattırın. Köpekler de arar, ama bir türlü bulamazlar, kaçırılan gizli maddeyi.
Nihayet sınır görevlileri, aralarında anlaşıp, bir geçişinde, adama teklifte bulunurlar. 'Bize ne kaçırdığını söylersen, seni kesinlikle tutuklamayacak, cezalandırmayacağız.'
Motosikletli yazılı belge ister. Onu da verirler, görevliler, büyük bir rahatlık ve merakla.
Adam açıklar sırrını: Siz benim kaçırdığım şeyin bir yerin içinde olduğuna o kadar eminsiniz ki, farklı düşünemiyor, ana noktaya odaklanamıyorsunuz. Ben her seferinde Amerika'dan Kanada'ya çalıntı motosiklet kaçırıyorum, dönüşte de aynı renk ve modelde Kanada'da çalınmış motosikleti Amerika'ya kaçırıyorum.

BABAMIN SON NOTU: Ana konuya odaklanalım. Hazırlığa, tedbire odaklanalım. Peygamberimiz ne demiş: Deveni bağla, sonra Cenâb-ı Hakk'a tevekkül et.
BENİM SON NOTUM:
İstanbul depreminde büyük hasarlar ve can kaybı olmamasına karşın iletişimde büyük kesiklik, yetersizlik ve sıkıntı yaşandı. Telefonlar sustu. Cep telefonları işe yaramadı. Bu konuda T24'ten Füsun Sarp Nebil'in şu yazısını okumanızı öneririm: https://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/depremde-telefonlarla-degil-veri-yoluyla-haberlestik,23924
Okuduktan sonra bir deprem anında geleneksel iletişim araçlarından yoksun olduğunda ne yapabileceğimizi araştırdım.
Uzmanlar hem Android hem de Apple IOS olarak çalışan 2 cep telefonu uygulaması öneriyorlar ki bunlar telefon sinyali olmasa bile sınırlı ölçüde çalışıyor:
1. FIRECHAT: hiçbir internet bağlantısı veya cep telefonu sinyali olmasa bile çalışıyor. Metroda, stadyumda, festival alanında, ormanda ve de tabii ki felakette birbirlerini kaybedenler için tasarlanmış. 10 bin kişi aynı anda haberleşebiliyor. 70 metre çapınızda kimler varsa onlar ile haberleşebiliyorsunuz. Aradaki kişiler arttıkça kapsama menzili de artıyor. Üstelik pil tüketiminizi hızlandırmıyor.
2. BRIDGEFY: Aynı işleri 100 metre menzil içinde gerçekleştiriyor. 100 metre ötedeki birini kullanarak kapsama alanınızı katlayabiliyorsunuz. Her 100 metrede kişi zincire eklenirse kapsama uzaklığınız kilometrelerce artabiliyor.  
İkinci bir yöntem de cep telefonunuzu telsiz gibi İngilizce tabiriyle Walkie Talkie gibi kullanmak. Bu yöntemde, aynı anda değil, basıp konuşup bırakarak, karşı taraftan cevap bekleyerek haberleşiyorsunuz. Ancak ses kalitesi çok daha iyi oluyor. Telsiz sayısı kısıtlı iken, özellikle arama kurtarma timleri için çok yararlı.
Menzilleri 50-150 metre ve yine aradakilerle katlanıyor. Sadece cep telefonlarında değil ipad'lerde, dizüstü bilgisayarlarda da kullanılabiliyor.
Adları: ZELLO WALKIE TALKIE, VOXER.
***
Ben ilk adımı attım. Sıra sizde. Biraz inceleyip ders çalışmak, HAZIRLANMAK lazım!