Dijital ya da sayısal çağdan sık söz ederiz. Turing'in hayali 'makine'lerden dizüstü bilgisayarlara ve akıllı cep telefonlarına kadar tüm sayısal elektronik devreler 'binary' ya da ikili kodlama ile yani 1'lerden ve 0'lardan oluşur. Temel kavram, elektrik akımın varlığı (1) ya da yokluğudur (0).
Ancak kuşkusuz sizlerin de bildiğine emin olduğum gibi, bir elektrik akımı sadece var ya da yok olmaz, akan bir elektron ırmağından oluşur. Akımı bir osiloskoptan geçirdiğinizde dalganın şekli ortaya çıkar. Bu analog bir gereçtir. Her ne kadar kaynak sinyalleri dijitale çeviren dijital osiloskoplar var ise de, osiloskop temel olarak akımın voltajının zaman içinde nasıl değiştiğini gösterir.
İlk elektronik müzik enstrümanları ortaya çıktığında, dijital çağ daha başlamamıştı. Her şey analogdu. Belki de bunların en ünlüsü Bob Moog'un 'synthesizer'ı idi. (Maalesef Türkçe'de sadece telaffuzu olan 'sintizayzır' kullanılıyor, bu nedenle biz 'sentezleyici' diyelim.)
Moog sentezleyicisi bir müzik aletinden ziyade laboratuvar aygıtına benziyordu.  Müzisyenler bu çok büyük aletleri her yere taşımak zorunda kalırlardı ve geniş bir ses aralığını kapsamak için birkaç modülden oluşurlardı.
Nihayet dijital elektronik popülerleştikçe, yaygınlaştıkça ve daha ekonomik hale geldikçe dijital sentezleyiciler ortaya çıkmaya başladı. Bu gereçler analog sentezleyicilerin ürettiği sesleri dijital bir elektronik ortamda yaratıyorlardı.
Böyle bir gelişmenin müzik dünyasında kısa sürede devrim yaratmış olabileceğini düşünebilirsiniz. Oysa öyle olmadı. Dijital 'ses'in ana akım haline gelmesi yıllar sürdü, çünkü bu müzik aletleri çok pahalı idi. Örneğin 1990'ların en popüler sentezleyicisi Korg M1'in fiyatı bin doların üzerinde idi.
Daha paralı müzisyenler ve stüdyolar bu yeni aleti satın aldıkça eski analog donanımlarını bırakmaya başladılar. Piyasa birden düşük fiyatlı analog aygıtlar ile dolup taşmaya başladı.
Yepyeni bir ses doğmuştu...1990'lar boyunca elektronik müzisyenler en yeni dijital kayıt teknikleri ile analog sentezcilerin farklı ve belirgin seslerini birleştirmeye başladılar. 1990'ların en belirgin ve seçkin seslerinden birisi Roland TB-303'ün ham, 'kirli', güçlü sesleri idi. (TB 303, bas paternlerini/örüntülerini kayıt edip tekrarlayan, dijital bir ses sequencer/ses sıralayıcısı ile kontrol edilen analog bir bas sentezleyici)
1982'de, genel tabir ile 303'ün, 400 dolarlık pahalı bir fiyat etiketi vardı ve ticari olarak başarısızdı. Dijital devrim başladığında müzisyenler artık 300'leri 100 dolardan bile aşağı fiyatlara bulabiliyorlardı. 1990'ların sonuna doğru ibre değişti. Yeniden o kadar popüler olup sevilmeye başladılar ki fiyatlar yeniden yukarılara tırmandı. İkinci el bir 303'ün bugünkü fiyatı neredeyse 3000 dolar civarında. Tüm elektronik aygıtların maddi değerlerini 5-10 yılda tümüyle kaybettikleri bir çağda ne kadar çarpıcı bir durum.
Bugünlerde her iki seçeneğin avantajlarının keyfini yaşıyoruz. Vakumlu tüpler ile çalışan gerçek analog yükselticilerinin (amplifikatörlerin) mükemmelliğine yemin eden gitaristler de var, sanal şekillendirici yükselticileri ile çok mutlu olan müzisyenler de... (Sanal şekillendirici yükselticiler, dijital teknoloji kullanarak klasik bir yükselticinin sesini kopya ederken, sese gerçek karakterini ve duygusunu veren tüm gürültüsünü/kirini ve kusurunu da kaydediyor.)
1980'lerde analog elektronik devrelere kendini kaptıran hatta büyülenen ve okuldaki arkadaşları için gitar pedalları üretmeye başlayan arkadaşım Tom Wiltshire ile konuştum.  Kendisi şimdi gitar pedalları tasarımları ile birlikte, başka tasarımcıların ve üreticilerin kendi ürünleri için değişimler uygulayabilecekleri çipler programlıyor.  www.elevtricdruid.net <http://www.elevtricdruid.net/> adlı web sitesinde birçok ürün pazarlıyor. Hatta ABD'deki bazı üreticiler ürünlerinde onun devre tasarımlarını kullanıyor. Tom'un yeteneklerinin bu kadar revaçta oluşunun sebebi, bu çağda analog uzmanlığı ve deneyiminin dijitale göre çok daha az bulunur olması.
Tom'un bu konuda akademik ve teknik bir eğitimi yok. Her şeyi kendi kendine öğrendi. Ama bu alanda uzmanlığı kuşku götürmez.
Tom'a analog elektronik kavramının dijitale göre daha mı zor olduğunu soruyorum. Cevabı: Hayır ama çalışma sistemi ve düşünüş tarzı çok farklı. Her sesin taşıdığı bir kiri yani kendine has gürültüsü var. Sadece her şeyin tam, saf ve belirli olduğu dijital dünyada çalışmış olanlar için bu yabancı bir konu, hatta yabancı bir dünya.
Tabii ki elektronik mühendisliği eğitimi gören her öğrenci analog elektronikte bazı temel dersler görüyor. Ancak bugünün dünyasında dijital uygulamaların çok daha yaygın oluşu sonucu, eğitimlerinin temeli dijital üzerine kurulu.
Bir elektronik devre,  her radyo dalgası, dijital fotoğraf makinesi algılayıcısı ya da ses olarak gerçek dünyaya ait bir sinyal ile karşılaştığında, öncelikle analog elektroniğe ihtiyaç var.
Tanıdığım birkaç elektronik mühendisi California'daki önemli şirketlerde yüksek ücretli işlerine sadece ve özellikle analog deneyimleri nedeniyle kavuştular.
Her şeyin tam ve belirlenmiş olduğu bir dünyada, elektronik bir aygıt, gerçek dünya ile yüz yüze geldiğinde, analog sinyallerin değişken tabiat ve yapıları ile karşılaştığını düşünmek hoş ve tazeleyici...
Bugünün elektronik müzik ürünleri bize her iki dünyanın en iyisini birlikte sunuyor. Özgün ve yeni analog devreler hala üretiliyor ve kullanılıyor, ancak analog sinyalleri neredeyse fark edilemeyecek ölçü ve hassasiyette üreten/çoğaltan, programlanabilen, ileri teknik örneklendirme gereçleri de var.
Bana göre analog elektronik, sıradan bir mühendis için hep biraz gizemli kalacak ve bu konuda usta ve uzman olanlar teknik dünyada daha göze batar konumda olacak.