Diziler bizi, biz dizileri bırakamıyoruz, hatta bağımlısı olmuşuz hatta hayatımıza girmişler. Aslında sanal dünyamıza sokmuşuz onları. Neden mi çok, sebep mi ararsınız, mazeret mi hepsinden bol miktarda mevcut. Ne yazık ki TV ve medya hayatımızın ayrılmaz parçaları. Önemli olan biz mi yönetiyoruz, onlar mı bu birlikteliği. Kendimden başlayayım.
Çocuklarım evlenip gideli, eşimin işi, toplantıları ve benim günlük koşuntu yorgunluklarım ardından eve girince önce haberler ve sonrası oldu. Belgesel kanallara dalmazsam ki insan değişiklik arıyor. Elbette karşımda bir dizi seyrettikçe hoşlandıklarım oldu, oluyor. Özellikle gerçekçi sosyal mesajlar veren. Sonra fark ettim ki bir çoğu dokunuyor hayatlara. Uzun yıllar önce gerçekten peş peşe güzel dizilerin yer aldığı bir dönemdi.

***

Bir köşe yazımda değinmiştim, işgale uğradım diye. Hatta ikinci bahar dizisini eşimde izliyor, hatta o gün programına ameliyat koymuyordu. Heyecan ve keyifle ekranın karşısına kuruluyorduk. Şimdinin favorileri de "İstanbullu gelin" ve "kadın", aslında zaman, zaman liste uzuyor. Şu an hayattaki gerçek dizileri seyrettikçe, daraldıkça bazen en saçma geleni bile kafa dağıtıyor. Ama ben sadece seyrediyorum içine girmiyorum. Sosyolojik yönden baktığımda ise herkes için farklı. Rüyalarını görüyorlar, arzularını katıyorlar umut ediyorlar.
En kötüsü gerçeği kaybediyorlar. Bu ruh halleri içinde yanlış mesajları doğruya tahvil ediyorlar. İşte tam da bu durumda, yaşamın gerçeklerinin ve  dışına çıkıyorlar.

***

Bir diğer boyutta gerçekten çok iyi niyetli olmayan programlar, reklamlar. Aslında medya ve TV denen bu kara kutu çok güçlü algı yöntemleri ile eline bu gücü geçiren kuvvetler tüm ülkelerde gücü ellerinde tutuyorlar. Bir başka deyişle kaderlerini tayin ediyorlar, kaderlerini çiziyorlar. Gelişmiş ülkelerde bir derece, ancak az gelişmiş ve gelişmemiş ülkelerde tam bir trajedi. Geçtiğimiz Cuma akşamı İstanbullu gelini seyrediyorum çok şey paylaştık, ders aldım. En yakınından gelen ihanetin yanı sıra, sevgi ve hoşgörünün aileyi nasıl birleştirebildiğini, güçlendirdiğini. Bir insanda binbir suratın olabildiğini ama o akşam Esma hanımın tüm savaşlarını kazanıp ömrünün son dönemimde sulh ve mutluluğu yakaladığını düşünürken "Alzheimer'a" yenilişi... Ertesi gün paylaşımlardaki yorumları okurken gülümsedim. Ne kadar ciddiye almışız, etkilenmişiz somut bir örnek oldu. Benim çıkardığım ders, evvelki yıl bir güçbirliği toplantısında dinlediğimiz çok değerli bir konferansta STK'ların mevcut konuların dışında o gün anlatılan yaşlılık konularında da çalışmalar yapmalarını konuşmuştuk. Başlıklardan biride "Alzheimer" idi. Zaman hızla geçiyor o günkü toplantıda hepimizin zaman tünelinde hızlı bir yolculukta olduğumuzu, bu çalışmaların kendi geleceğimize yatırım olacağını söylemiştim. Bu gün Esma hanımın dizide koyduğu performans beni ve herkesi aydı, hatırlattı. Alzheimer hastalığının görülme sıklığı yaş ile artmakta (65 yaş üstü 100 kişiden 80'inde görülmekte) Türkiye'de 300 bin civarında Alzheimer hastası olduğu düşünülmekte. Genç nüfusun giderek yaşlanacağı bir ülke olarak 30 yıl sonrası bu hastalığın önemli sorun olacağı kehanet olmayacak. Bu kadar hayatımıza giren diziler, hayra vesile olsun...